LÖSEMİ / KASIM 2015
Dünya KML (Kronik miyeloid lösemi) Farkındalık Günü’nde Lösemi Lenfoma Miyelom Hastaları ve Araştırma Eğitim Birliği Derneği’nin (LLMBİR) düzenlediği toplantıda konuşan uzmanlar, günümüzde bu tanıyı alan hastaların, günde sadece bir hap alarak normal yaşamına devam edebildiğine dikkat çekti.
LLMBİR Genel Sekreteri Doç. Dr. Selami Koçak Toprak, KML hakkında şu bilgileri verdi: “Vücudumuzdaki normal hücreler 23 çift kromozom içerir. KML’li hastaların çoğunda, 9. ve 22. kromozomların çarpışması sonucu, kromozomlar arasında çapraz bir taşınma gerçekleşiyor ve 22. kromozomda kalıtsal olmayan yapısal bir genetik anormallik ortaya çıkar ve bu anomali akyuvarlar veya lökositler olarak da adlandırılan beyaz kan hücrelerinin kontrolsüz çoğalmasına neden olur. Anormal yapıda olan ve sağlıklı akyuvarlar gibi davranmayan bu hücrelere lösemik hücreler denir. Lösemik hücreler sağlıklı beyaz hücrelere yer kalmayacak şekilde kemik iliği ve kanda artar. Normal beyaz kan hücrelerinin sayısı en fazla 10.000/mm3 civarında iken bu hastalarda 100.000’leri geçer. Böylece hastalık belirtileri ortaya çıkar. Bu hücreler diğer dokularda özellikle dalakta artarlar ve dolayısıyla dalakta büyümeye yol açarlar. Doğru ve zamanında tedavi edilmezse KML, akut lösemiye dönüşebiliyor ve sonuçları çok daha ciddi boyutlara ulaşabiliyor.”
TESADÜFEN TANI KONUYOR
Doç. Dr. Toprak, her yıl ülkemizde 1400 civarında yeni olgu ile karşılaşıldığını belirtirken, yeni bir araştırmaya göre ABD’de bu sene için 6660 yeni hasta beklendiğini söyledi. Toprak, hastalığın erken dönemlerinde hastaların genellikle şikâyetleri olmadığını anlatırken, “Hastaların yaklaşık yüzde 50’ye yakını başka nedenlerle gittikleri hastanede kan testleri yapıldığında tesadüfen lökosit düzeyinin yüksek bulunması ile tanı konur. Tabii, aşırı kilo kaybından gece terlemesine, ağır yorgunluktan dalak büyümesine kadar hastalığın tüm belirtilerini yaşayanlar da yok değil. Bu şikayetler başka hastalıkların da belirtisi olabilir. Ama hepsi bir arada görüldüğünde bir uzmana başvurmakta yarar var” dedi.
KLM HASTASI ANLATIYOR…
Hastalığın görülme sıklığı 50–60 yaş arası artsa da çok daha erken yaşlarda tanı alan hastalar da olabiliyor. 31 yaşında tanı konan ve halen tedavisi devam eden Yaprak Dölek Aydan da onlardan biri. Aydan, tedavi sürecini şöyle anlatıyor: “Tanıdan sonra kısa bir yoğun tedavinin ardından sadece bir ilaç kullanmaya başladım ve kan değerlerim normale döndü. Öyle ki bir buçuk yılın sonunda iyileştiğimi düşünüp, kritik bir hata yaptım. Doktoruma danışmadan ilacı kestim. Ne var ki ilacı düzenli kullandığımda, hiç bir şikayetim kalmasa da bıraktıktan sonra hastalık ilerledi ve kan değerleri yeniden yükseldi. Üstelik, ilacın dozunu artırsalar da bu kez fayda göremiyorsunuz.”
12’DEN VURAN TEDAVİLER
Bu durumda Aydan ve onun gibi hastaların imdadına KML tedavisiyle ilgili hızla ilerleyen bilim ve yepyeni bir molekül yetişiyor. “Gerçekten de KML konusunda bugün elimizde çok güncel ve etkili silahlarımız var” diyor toplantıda konuşan Prof. Dr. Sema Karakuş. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Karakuş, “Daha önce hastalığın durdurulmasındaki tek etkili yöntemin kök hücre nakli olabiliyordu. Oysa 2000’li yıllarda geliştirilmeye başlanan ve doğrudan hedefe yönelen bu yeni nesil moleküller hedefi tam 12’den vuran güdümlü mermilere benziyor” diye konuşuyor.
ŞİFALI DİYE ALINAN BİTKİLER TEDAVİYE ZARAR VERİYOR
Diğer tüm kanserlerde olduğu gibi KML ile mücadelede de belki de en önemli sorun, alternatif ya da tamamlayıcı tıp adı altında sunulan ve doğal olduğu için zararsız olduğu düşünülen ürünler. Prof. Karakuş, kanser hastaları üzerinden yaptıkları bir araştırmada hastaların yüzde 60’ının bilinçsiz bir şekilde ‘alternatif-tamamlayıcı’ adı verilen ilaç dışı maddelere başvurduklarını belirtiyor: “Oysa örneğin halk arasında sarı kantaron olarak bilinen ‘St John’ bitkisi Kronik Miyeloid Lösemi (KML) hastalığının ana ilacı olarak bilinen ‘imatinib’in etkisini azalttığı bilimsel çalışmalarla ortaya konulmuştur. Yine greyfurt suyu ya da ekinezya çayı ne kadar zararsız görülse de kemoterapi ilaçlarının etkisini azaltıyor.”
3. KUŞAK MOLEKÜLLER DEVREDE
Bu ilaçların, hastalarda beklenen 10 yıllık yaşam süresini yüzde 90’ların üzerine çıkardığını vurgulayan Karakuş, şöyle devam ediyor: “Bu arada hasta takibinin moleküler düzeyde devam etmesi ve hastanın bilgilendirilmesi çok önemli. Örneğin bir hasta bir ayda 3 kez ilacını almayı unutursa, tedavi başarısı yüzde 90’lardan yüzde 20’lere düşüyor. Bazen verilen ilaç tedavisi de yanıtsız kalırsa, moleküler testler yapılıyor. Hastalık da akıllı ve ilaçlara karşlı dirençli hale gelebiliyor. Bu durumlarda da yeni gelişmeler yeni ilaçları deneme şansı tanıyor. Örneğin gelişen mutasyon sonucu klasik tedaviler yanıtsız kaldığında yeni gelistirilen 3. kuşak moleküller devreye giriyor.”
Doç. Dr. Toprak bu yeni molekülleri, dağdaki vahşi-saldırgan aslanı evdeki uysal kediye çeviren tedaviler olarak tanımlarken, Prof. Dr. Karakuş da, SGK kapsamında olan hastaların da ilaca erişiminin mümkün olduğunu belirtiyor.