Viyana

gezi-logo.qxpGEZİ / MAYIS 2016

Avusturya’ya; geş­mi­şi­nin kar­ma­şa­sı­nı dev­şi­rip bir yana koy­muş, sakin­li­ğin, din­gin­li­ğin ağır­lı­ğın­da telaş­sız, nere­dey­se devi­nim­siz ve ama kül­tü­rün ve sana­tın rit­miy­le renk­le­nen, UNES­CO Dün­ya Mira­sı lis­te­sin­de de yeri­ni almış olan Viyana’ya, Avru­pa sana­tı­nın baş­ken­ti­ne düşü­rü­yo­ruz yolu­mu­zu bu kez.

Yıl­lar­ca Avrupa’nın en yaşa­na­sı şeh­ri ola­rak seçi­len, aris­tok­ra­si­nin sokak­la­ra kadar yan­sı­dı­ğı, iki kez; özel­lik­le ikin­ci Osman­lı kuşat­ma­sı son­ra­sın­da günü­mü­ze kadar gelen kru­va­san, kah­ve, direnç ve kor­ku ile har­man­la­nan hika­ye­ler, öykü­ler bıra­ka­rak kapı­sın­dan dön­dü­ğü­müz Viyana’dayız. 1665 yılın­da Evli­ya Çele­bi seya­ha­tin­den son­ra sokak­la­rı­nın temiz­li­ği ile övmüş şeh­ri, şim­di biz de bu övü­le­si şeh­rin bize anlat­tık­la­rı­nı dinleyeceğiz.

SONY DSC

Yont­ma taş dev­rin­de yer­le­şim yeri, cila­lı taş dev­rin­de ise sürek­li yer­le­şim yeri oldu­ğu­nu arke­olo­jik kazı­lar­dan elde edi­len veri­ler­den söy­le­ye­bi­li­yo­ruz. Ancak yine de diye­bi­li­riz ki; M.Ö. 400’lü yıl­lar­da Kelt’lerle baş­lı­yor Viyana’nın bili­nen tari­hi. M.S. 50’li yıl­lar­da Roma aske­ri yer­leş­ke­le­ri­ni, hemen son­ra­sın­da da bu iki kül­tü­rün bile­şi­miy­le sanat­kar-tüc­car-asker yapı­lan­ma­sı­nı görü­yo­ruz bura­da. Bugün Viya­na şehir sınır­la­rı için­de ve nere­dey­se mer­ke­zi sayı­lan Vin­do­bo­na; az da olsa Kelt ve Roma lej­yo­nu­nun izle­ri­ni taşır. Son­ra­sın­da ise 300’lü yıl­la­rın son yarı­sın­da baş­la­yan; Avrupa’nın siya­sal, sos­yal, eko­no­mik yapı­lan­ma­sın­da ve aslın­da feodal sis­te­min yay­gın­laş­ma­sın­da çok önem­li rol oyna­yan Kavim­ler Göçü ile yeni­den şekil­le­ni­yor Viya­na. Hun­lu­lar, Mar­ko­man­lar, Got­lar, Lan­go­bard­lar, Slav­lar vs…

Bu kar­ma­şa; Doğu Frank Kra­lı Büyük Otto’nun 955’te Hun­lar­dan geri alma­sı, 1155 yılın­da Baben­ber­ger hane­da­nın­dan Hein­rich Jasomirgott’un (Rhe­in, Avus­tur­ya ve Bayern Dükü) bura­yı baş­kent yap­ma­sı ve hemen bir yıl son­ra Viyana’ya veri­len özgür­lük bel­ge­si ile bağım­sız bir düka­lı­ğa dönüş­me­si ile bit­ti der­ken 1278’de Viya­na dahil nere­dey­se Avus­tur­ya böl­ge­si­nin tama­mı­nın Habs­burg hane­dan­lı­ğı­na geç­ti­ği­ni görü­yo­ruz. Ara­da kısa kesin­ti­ler olsa da artık uzun yıl­lar bu hane­dan­lı­ğın bün­ye­sin­de ama yine baş­kent­tir Viya­na. Ve altın çağında…

SONY DSC

İki kez; 1805 ve 1809 yıl­la­rın­da Napol­yon tara­fın­dan fet­hi ile Fransa’nın haki­mi­ye­ti, ken­di­ni yeni­le­yen ve geliş­ti­ren şeh­re yıkım­dan baş­ka bir şey kazan­dır­maz­ken 1815’de Napolyon’un yenil­gi­siy­le Avru­pa sınır­la­rı yeni­den belir­le­ni­yor. Bu dönem­de Avus­tur­ya-Maca­ris­tan çif­te monar­şi­si­ni görü­yo­ruz böl­ge­de. Bu ara­da 1500’lü yıl­la­rın başın­da­ki bir diğer düş­ma­nı da unut­ma­ya­lım: Osman­lı İmp­ar­at­orl­uğu! Sade­ce Viyana’yı değil aslın­da bütün Avru­pa­yı teh­dit edi­yor. Ve 1679 yılın­da­ki veba sal­gı­nı deyip ben­ce tari­he bakı­şı kısal­ta­lım artık.

1. ve 2. Dün­ya Savaş­la­rın­dan günü­mü­ze gele­lim. Çok kısalt­tık ama bura­lar­da hafı­za taze­le­me­ye gerek yok sanırım.

Aslın­da Viya­na tari­hi­ne bakıl­dı­ğın­da, özel­lik­le Avru­pa şehir­le­ri­nin değiş­me­yen süreç­le­ri­ni görü­yo­ruz. Savaş­lar, veba, yıkım­lar, yan­gın­lar… Ancak dik­ka­ti­mi her zaman en çok çeken, tüm bu şehir­ler­de çok kısa zaman­da kayıp­la­rın kaza­nım­la­ra dev­şi­ril­me­si ve baş­lan­gıç­tan bugü­ne içi­ne aldı­ğı her kül­tü­rü doğ­ru sahip­len­me­si, doğ­ru kul­lan­ma­sı, bon­kör­ce sun­ma­sı. Viya­na bu açı­dan san­ki biraz daha ketum. Yakın geç­mi­şin­de­ki çok yoğun yıkım­lar­dan bel­ki. Ya da res­mi ide­olo­ji­ye ve bur­ju­va­nın ahla­ki çökü­şü­ne isyan, muha­fa­za­kar ola­na bu den­li güç­lü bir baş­kal­dı­rı etki­le­miş tüm düşün­ce ve sanat dün­ya­sı­nı ve tabii mima­ri­yi de. Yeni­den yaz­mış­lar şehri.

Her neden ve nasıl­sa biz; Barok, Gotik, Röne­sans, Art Nouve­au ve modern mima­ri üslup­la­rı­nın bir şekil­de har­man­lan­dı­ğı, post­mo­dern mima­ri­nin en güzel örnek­le­ri­ni bula­ca­ğı­nız bu şeh­re bir göz ata­lım artık.

SONY DSC

Rainer Maria Rilke’den Step­han Zwe­ig, Karl Wag­gerl, Karl Kra­us, Egon Fri­edel, Hugo von Hofmannsthal’a ede­bi­ya­tın usta kalem­le­ri­nin, Ya da Lud­wig van Beethoven’dan Stra­us kar­deş­ler, Joseph Haydn, Wolf­gang Ama­de­us Mozart, Franz Schu­bert, Johan­nes Brahms ve daha nice müzik üstad­la­rı­na ve bel­ki Sig­mund Freud’un, Witgenstein’ın ayak izle­rin­den geze­lim şehri.

Eğer şeh­re tren ile gel­miş­se­niz bel­ki Avrupa’nın en güzel ve en dona­nım­lı ana tren istas­yo­nun­da bula­cak­sı­nız ken­di­ni­zi. Hava­ala­nı ise sıra­dan. Her nere­den gel­miş­se­niz 23 böl­ge­ye ayrıl­mış ve hep­si­ne bir numa­ra veril­miş. Top­lu ula­şı­mın mükem­mel ve ama yürü­me­nin (en azın­dan bazı böl­ge­ler için) şeh­ri tanı­ma­nın en iyi yolu oldu­ğu­nu hatır­la­ta­lım önce.

Tuna neh­ri­nin kuzey ve güney diye böl­dü­ğü, batı­sı eski şehir, doğu­su ise yeni ve yoğun-kötü yapı­laş­ma ile ben­ce tam bir hayal kırık­lı­ğı olan yeni şeh­rin anla­ta­ca­ğı çok şey­ler var bize.

Biz, 1850’li yıl­la­ra kadar şehir sınır­la­rı için­de kalan birin­ci böl­ge­den, Inne­re Stadt, yani eski şehir­den baş­la­ya­lım dolaş­ma­ya ister­se­niz. Ve son­ra­sın­da da yolu­muz nere­ye düşer­se devam edelim.

Önü­mü­ze ilk çıkan gör­kem­li giriş kapı­sı (Mic­ha­eler­tor) ile, 1275 yılın­da yapı­mı­na baş­lan­mış ve nere­dey­se 19. yüz­yı­la kadar yapı­mı aşa­ma­lı ola­rak hep devam etmiş muh­te­şem bir komp­leks olan Hof­burg Sara­yı. Habs­burg Hane­dan­lı­ğı baş­ta olmak üze­re Avus­tur­ya tari­hi­ni yazan­la­ra ev sahip­li­ği yapan, 18481916 yıl­la­rı ara­sın­da impa­ra­tor olan Franz Joseph ve güzel eşi Sissy’nin (Avusturya’nın gizem­li ve güzel impa­ra­to­ri­çe­si Eli­sa­beth) gün­lük yaşam­la­rı­nı bize akta­ran saray komp­lek­si, bu böl­ge­ye yayıl­mış hal­de. Bugün için­de barın­dır­dı­ğı eski impa­ra­tor­luk daire­le­ri, Ulu­sal Kütüp­ha­ne, Kış Bini­ci­lik Oku­lu, içe­rik­le­ri olduk­ça kap­sam­lı bir­kaç müze (Mese­la bir tane­si Türkiye’den çıkar­tı­lan antik Efes döne­mi kalın­tı­la­rı­nın ser­gi­len­di­ği Ephe­sos Muse­um), bir kili­se (Şape­lin yanı sıra Cum­hur­hur­baş­kan­lı­ğı çalış­ma ofi­si ola­rak da kul­la­nı­lı­yor). Ve nere­dey­se bütün bah­çe­le­ri hal­ka açık. Hel­denp­latz, yani Kah­ra­man­lar Mey­da­nın­da­ki Prens Eug­é­ne Hey­ke­li ve saray bah­çe­sin­de­ki Mozart Anı­tı ise gözü­nü­ze hemen çar­pa­cak olan diğer değer­ler. Saray komp­lek­si dahi­lin­de­ki Maria-Theresia-Platz’a açı­lan Muse­ums Quar­ti­er da bel­ki Avrupa’nın en seç­kin müze­le­ri­ni için­de barın­dı­rı­yor. Kunst­his­to­risc­hes Muse­um (Sanat Tari­hi Müze­si) antik Mısır­dan Yunan’a, Yunan’dan Roma’ya eser­le­rin ve Avru­pa sana­tı­nın ser­gi­len­di­ği muh­te­şem kolek­si­yo­nu ile 3 kata yayıl­mış yapı­sıy­la çok zama­nı­nı­zı ala­cak. Onix taşın­dan İmp­ar­at­or Augustus’un Jüpi­ter ola­rak betim­len­di­ği Gem­ma Augus­tea” takı­sı, Diego Velazquez’in Infan­ta Mar­ga­ri­ta Tere­sa port­re­si, Tintoretto’nun Susan­na ve Yaş­lı­la­rı”, Vermeer’in Sanat­çı­nın Atöl­ye­si”, Giusep­pe Archimboldo’nun ale­go­rik yaz port­re­si, Pieter Brueghel’e ait ünlü Babil Kule­si” tab­lo­su ve pek çoğu­nu bura­da göre­bi­lir­si­niz. Ser­gi­le­nen eser­ler kadar bina­nın içe­ri­si de etki­le­yi­ci. Hele detay­la­ra biraz daha dik­kat­li bakar­sa­nız bir­çok üslu­bun dans etti­ği­ni göre­cek­si­niz tavan­lar­dan duvarlara.

Bu dört­lü­nün bir diğer etki­le­yi­ci müze­si dün­ya­nın varo­lu­şun­dan bugü­ne evre­le­rin akta­rıl­dı­ğı mine­ro­lo­ji, zoolo­ji, arke­olo­ji, ant­ro­po­lo­ji ala­nın­da dün­ya­nın önde gelen kolek­si­yon­la­rı­na sahip olan Natur­his­to­risc­hes Muse­um (Doğa Tari­hi Müze­si). İlg­ili olun olma­yın ken­di­ni­zi bir zaman tüne­lin­de gibi his­se­de­cek­si­niz bura­da da.

SONY DSC

Ve Klimt, Schi­ele ve Max Oppen­he­imer gibi sanat­çı­la­rın eser­le­ri­nin ser­gi­len­di­ği Leopold Müze­si, son­ra­sın­da Modern Sanat Müze­si ile seri­yi şim­di­lik tamam­la­ya­bi­lir ya da bina­nın hemen yanın­da yeri­ni almış olan çağ­daş sanat ser­gi­le­riy­le Viyanalılar’ın göz­be­be­ği Albertina’ya da bir göz ata­bi­lir­si­niz. İki kat­lı, her zaman en seç­kin ser­gi­le­ri sunan muh­te­şem bir ser­gi salo­nu bura­sı da.

Görü­le­ce­ği üze­re bu Saray, daha doğ­ru­su komp­leks baş­lı başı­na bir kül­tür sen­fo­ni­si. Bu sen­fo­ni­yi daha da renk­len­dir­mek ister­se­niz, Sch­met­ter­ling­ha­us yani Saray bah­çe­si­nin kar­şı­sın­da yüz­ler­ce kele­be­ği de bira­ra­da göre­bi­le­ce­ği­niz Fri­ed­rich Ohmann sera­la­rı­nın önün­de­ki kah­ve­de ya da Albertina’nın kar­şı­sın­da iyi bir şarap seç­ki­si sunan Augustinerkeller’de mola ver­me­li­si­niz ben­ce. Ya da bel­ki Kohlmarkt’a doğ­ru devam edip Viyana’nın en eski, en ünlü saray pas­ta­cı­sı Demel Konditorei’yi bir ziya­ret etme­li­si­niz. Vit­rin­de­ki impa­ra­tor­luk paten­ti olan K.u.K Hof-Zuc­ker­b­äc­ke­rei şil­di kadar etki­li her şey. Mekan­dan sunu­ma, sunum­dan tadıma…

Eğer yete­ri kadar din­len­diy­se­niz, bura­dan Graben’e doğ­ru devam eder­se­niz ; Barok üslu­bu ile İmp­ar­at­or I. Leopold tara­fın­dan 1679’da veba sal­gı­nı­nın biti­şi ve kur­tu­lu­şun kut­lan­ma­sı adı­na yap­tı­rı­lan Pest­s­äu­le ‑Veba Sütu­nu kar­şı­la­ya­cak sizi bu mey­da­nın orta yerinde.

Ya da Hof­burg Sarayı’nın yak­la­şık kar­şı­sın­da­ki, ön cep­he­sin­de yer alan ve en tepe­sin­de üç met­re­lik dev hey­ke­lin bulun­du­ğu mer­kez kule­si ile Neo-Gotik üslu­bun muh­te­şem bir örne­ği olan Wiener Rathaus’a doğ­ru git­mek iste­ye­bi­lir­si­niz. Neu­es Rat­ha­us diye adlan­dı­rı­lı­yor bugün. Büyük ola­sı­lık­la eski sara­yın-yöne­tim bina­la­rı­nın yerin­de 19. yüz­yı­lın son­la­rın­da yeni­den inşa edil­di­ği için… Hemen kar­şı­sın­da­ki bina ise Burgt­he­ater tiyat­ro bina­sı. 2. Dün­ya Sava­şın­da nere­dey­se tama­mı yıkı­lan bina aslı­na uygun ola­rak yeni­den res­to­re edil­miş 19. yüz­yıl İtaly­an Röne­san­sı­nın güzel örnek­le­rin­den biri. Bina­nın içi ise mut­la­ka görül­me­li. Reh­ber­li tur­lar eşli­ğin­de haf­ta­nın belir­li gün­le­rin­de bunu yap­ma­nız müm­kün. Bu pres­tij­li bina­da bir gös­te­ri ya da din­le­ti gezi­ni­zi mükem­mel kıla­cak, her­han­gi bir zaman­da hemen yan­da­ki Café Landtmann’da bir mola ver­mek ise Sig­mund Freud’u artık ora­da göre­me­se­niz dahi Viya­na kah­ve­le­ri­nin en iyi örnek­le­rin­den birin­de keyif­li zaman geçir­me­ni­zi sağ­la­ya­cak­tır. Ve ama bel­ki diğer taraf­ta­ki Viya­na Üni­ver­si­te Kütüp­ha­ne­si bina­sı­nın altın­da­ki Eins­te­in Bierbeisl’de bira çeşit­le­ri­nin ve özel kok­teyl­le­rin tadı­na var­mak da iste­ye­bi­lir­si­niz. Ve hazır bura­lar­da iken de Sig­mund Freud’un 18911938 ara­sın­da yaşa­mış oldu­ğu evi de ziya­ret ede­bi­lir­si­niz. Evin giri­şin­de şap­ka­sı ve bas­to­nu, bütü­nün­de ise yaşa­mın­dan tüm kesit­le­ri ile güzel bir müze ev.

SONY DSC

Son­ra­sın­da Fre­yung mey­da­nı­na doğ­ru devam eder­se­niz geş­mi­şi 12. yüz­yı­la kadar uza­nan İrl­and­alı Benediktenler’in yap­tır­mış oldu­ğu Schot­ten­kirc­he-İsk­oç Kili­se­si çıka­cak önü­nü­ze. Tari­hi ve tarih­te üst­len­miş oldu­ğu viz­yo­nu­nun yanı sıra sun­du­ğu güzel işçi­lik bir yana, ben­ce Step­hans­dom-St. Step­han Kated­ra­li Viyana’nın en gör­kem­li dini yapı­sı. Roma­nesk, Gotik ve Barok mima­ri­nin bile­şi­mi­ni üslup­la­rö­te­si doku­nuş­lar­la renk­len­di­ren bu yapı­nın da geç­mi­şi 13. yüz­yı­la kadar gidi­yor. Bina­dan tama­men ayrı inşa edil­miş ana kule­si, çini­li çatı­la­rı, diğer yan­da Dev­ler Kapı­sı ve Put­pe­rest Kule­le­ri ve aslın­da hem içe­ri­siy­le hem dışa­rı­sıy­la zera­fet ile gör­ke­mi har­man­lı­yor bünyesinde.

Bura­dan, bel­ki de Mozart’ın yaşa­dı­ğı ve bugün müze­ye dönüş­tü­rü­len Figa­ro­ha­us’ a da uğra­ya­rak mer­kez­den biraz uzak­la­şa­bi­lir ve önce­lik­le mimar Fri­edens­re­ich Hundertwasser’in tep­ki­sel bir çalış­ma­sı olan Hundertwasserhaus’a doğ­ru uza­na­bi­li­riz. Aslın­da 1985 yılın­da yapıl­mış bele­di­ye bina­la­rı blo­ğun­dan iba­ret olan bu yapı; dış yüzey­de­ki renk çeşit­le­me­le­ri ve soğa­nım­sı kub­be­le­riy­le görül­me­ye değer. Bina­nın içi ise ev, ofis vs. barın­dı­ran özel mülk. Ancak kah­ve ve dük­kan­lar ilgi­ni­zi çekebilir.

Yine de ben sizin dik­ka­ti­ni­zi şim­di fark­lı bir yöne çek­mek isti­yo­rum; Schönb­runn Sarayı’na. Habs­burg Hane­dan­lı­ğı­nın yaz­lık konu­tu olan bu saray 18. yüz­yıl son­la­rı Barok mima­ri üslu­bu­nun örne­ği olan dış cep­he, İmp­ar­at­or Franz Joseph ve İmp­ar­at­or­içe Elisabeth’in gün­de­lik yaşam­la­rı­nı sür­dür­dük­le­ri daha sade oda­lar var­sa da Maria Theresia’nın iste­ği ile uygu­lan­mış Roko­ko üslu­bu­nun aşı­rı gös­te­ri­şiy­le iç mekan­la­rı, biraz sevim­li biraz abar­tı­lı tezat oluş­tu­ru­yor san­ki. Dik­kat eder­se­niz bu iki güç­lü kadı­nın karak­ter­le­ri hak­kın­da ipuç­la­rı­nı bura­da yaka­la­ma­nız çok olası.

IMG_0087

Fer­di­nand von Hohenberg’in tasa­rı­mı olan Neo-Kla­sik sütun­la­rıy­la Glo­ri­et­te-Zafer takı bah­çe­nin biti­min­de. Tak ile Saray ara­sın­da­ki bu bah­çe­yi muh­te­şem işçi­li­ği ile Nep­tün Çeş­me­si süs­lü­yor. Hay­va­nat bah­çe­si, sera ve labi­rent­le­ri de bah­çe­de zaten göre­cek­si­niz. Sara­yı ve bah­çe­le­ri dolaş­tık­tan son­ra Ver­sa­il­le Sarayı’na bir öykün­me ola­rak değer­len­di­recek misi­niz baka­lım siz de çoğun­lu­ğun hem­fi­kir oldu­ğu gibi gibi bu bina­yı. Ya da boş verin gitsin…

Son­ra­sın­da ise, eğlen­ce park­la­rı­nı sevi­yor­sa­nız Pra­ter, üzüm bağ­la­rı ile çev­re­len­miş şara­pev­le­rin­de yerel şarap­la­rı tat­mak isti­yo­rum diyor­sa­nız da Grin­zing-Kah­len­berg iyi bir seçe­nek diye notu­mu­zu da düşü­ve­re­lim. Key­fi­ni çıka­rın uygarlığın…

Yol­la­rı­mız hep açık olsun.

İlgili Haberler

Leave a Comment