İnsanların yaşam boyunca en az bir kez geçirdiği ürtikerle ilgili sorularımızı Medical Park Göztepe Hastanesi’nden Dermatoloji Uzmanı Dr. Deniz Koral’a yönelttik.
Ürtiker nedir ve görülme sıklığı ne kadardır?
Ürtiker kelimesi Latincesi “Urtica” olan ısırgan otundan gelmektedir, halk arasında kurdeşen olarak bilinir. Araştırmalar insanların yüzde 15–25 gibi büyük bir kısmının yaşamları boyunca en az bir kez olmak üzere ürtiker atağı geçirdiğini ortaya koymaktadır. Çocuklarda ise bu oran yaklaşık olarak %10 kadardır. Acil servise başvuran hastalarda en sık rastlanan dermatolojik hastalık ürtiker ve anjioödemdir. En kaba tanımıyla ürtiker; çeşitli uyaranlara karşı gelişen, çeşitli mekanizmalarla (immunolojik veya nonimmunolojik) oluşan vasküler bir reaksiyondur. Kızaran, kabaran, kaşınan ödemli papül ve plaklarla karakterize ve kısa sürede sönen lezyonlar olarak bilinirler. Ürtiker; ataklarla seyreden bir hastalıktır, belirtiler maksimum 48 saat devam eder sıklıkla 1–2 saat içinde sönerler. Plaklar genellikle çevresi daha kırmızı ve ortası daha soluk olarak görünür. Deriden kabarık olan bu plaklar, gün içerisinde gözden kaybolurken, vücudun diğer alanlarında yenileri çıkabilmektedir. Ataklar arasında geçen süre bazen birkaç saat bazen birkaç gün olabilir.
Yineleyen atakların latent periyodları ile beraber 6 haftadan kısa süren olgular akut (genel kabul 3 hafta ile 12 hafta arasındadır), altı haftadan daha uzun süren olgular ise kronik ürtiker olarak değerlendirilirler. Akut ürtikerde iyi bir anamnez nedeni ortaya çıkarmaya yardımcı olur; neden, genellikle hastanın sıkça temas etmediği bir şeydir. Bu nedenle de akut olgular genellikle tedaviye iyi ve çabuk yanıt vermektedirler. Kronik ürtikerlerin ise ortalama yüzde 50 – 90’ı idiopatik olup, genellikle tedaviye yanıt geç ve güç olmaktadır. Kronik ürtikerler hemen her zaman erişkinlerde görülür ve kadınlarda erkeklere kıyasla iki kez daha sıktır.
Kısaca olayın patogenezine bir göz atacak olursak; tetikleyici uyaran ile temas sonucu mast hücreleri ve bazofillerden mediatör salınımı sonucunda ürtiker tablosu gelişmektedir. Bu mediatörler (başlıca histamin, kinin, serotonin, asetilkolin, lökotrien ve prostoglandin) vazodilatasyon ve küçük damarlardan olan transudasyonla eritem, ödem ve kaşıntılı papül ve plakların oluşmasını sağlar. Mekanizma, İmmünolojik ve non immünolojik olarak indüklenebilir. İmmünolojik mekanizmada en çok IgE’ye bağlı aşırı duyarlılık reaksiyonu görülür, bundan başka anafilotoksin veya histamin ve benzeri mediatörlerin salınımına neden olacak klasik kompleman sistemi aktivasyonu ile nadiren de geç aşırı duyarlılık reaksiyonu sorumlu olabilir. Non immünolojik mekanizmalar ise;
1– Direkt (Polimiksin,opium alkoloidleri, tubocurarine, radiokontrast maddeler, sıcak, soğuk, egzersiz, UV, yüksek ateş gibi fiziksel faktörlerin direkt etkisi ile)
2- İndirekt (Nonsteroid antienflamatuarlar, aspirin, tartarazine vb’dir)
Ürtikerin nedenleri nelerdir?
Ürtikerde en sık olarak ilaçlar, yiyecekler, enfeksiyonlar ve fiziksel nedenler sebep olarak karşımıza çıkmaktadır.
A- Allerjik ve Metabolik Nedenler:
1- İlaçlar: En sık rastlanılan sebep ilaçlardır. Bunlar içinde en sık olarak penisilin ve türevleri, aspirin, sulfamidler, tiazid grubu başta olmak üzere diüretikler bulunmaktadır. Anamnezde ilaç alımı sorgusu 15 gün öncesine kadar yapılmalıdır; belirtiler ilaç alımından 1–2 saat sonra ortaya çıkabildiği gibi 15 güne kadar uzayan tetiklenme de görülebilir. Özellikle ilaç anamnezinde ilaç isimleri de istenmelidir, bazen ilaçlardaki renklendirici koruyucu tartrazine, azo boyaları ve benzoic asit ile çapraz aşırı duyarlılık reaksiyonları gözlenebilmektedir.
2- Gıda maddeleri: Daha çok akut ürtiker nedeni olan besinler sıklıkla çocuklarda (erişkin/çocuk oranı 1/40 kadardır) ürtikere sebep olurlar. Erişkinlerde en sık olarak kabuklu deniz ürünleri (midye, istiridye, istakoz vb), kuru yemişler, yumurta, balık, çikolata, inek sütü, turunçgiller, erik, elma, çilek, domates, havuç, fasulye, mantar, et, mayalı besinler, baharatlar, kızartmalar, turşu, vb. Çocuklarda en sık ürtiker nedeni olan besinler; tahıllar, süt ve süt ürünleri, meyve suları, çikolata, yumurta ve çilektir. Gıda maddelerine bağlı ürtiker olguları genellikle gıda alımından 1–2 saat sonra ortaya çıkarlar. Besin alerjisine bağlı akut ürtiker olgularında özellikle de erken reaksiyon söz konusu olduğunda ve yineleyen olgularda sorumlu besinin belirlenmesi genellikle kolay olup dikkatli bir anamnez bunun için yeterli olacaktır. IgE’ye bağlı besin alerjilerinde hastadan bir ipucu elde edilemediğinde deri testleri faydalı olabilir. Ancak kronik ürtiker olgularında deri testlerinin pek faydası yoktur. Bu olgularda eliminasyon diyeti ile etken saptanabilir.
3- Respiratuar Allerjenler: Polenler, küf sporları, tüylü hayvan kepekleri ve tüyleri, çeşitli organik tozlar ve astım veya alerjik rinit nedeni olabilecek tüm respiratuvar alerjenler seyrek de olsa akut veya kronik ürtiker nedeni olabilirler. Reaksiyon genellikle temas sonrasında ortaya çıkar ve bazı olgularda respiratuvar belirtilerle birliktedir.
4- İnfeksiyonlar: Parazitik infeksiyonlar özellikle de enterobiyaz gibi barsak parazitleri daha ziyade çocuklarda olmak üzere sık karşılaşılan ürtiker nedenlerindendir. Tip I veya tip III reaksiyon sonucu generalize ürtiker tablosu gelişmektedir. Bu nedenle özellikle çocuklarda gaitada parazit tetkiki mutlaka istenmelidir. Yine öncelikli olarak çocuklarda, viral infeksiyonlar ve bakteriyel infeksiyonların akut ürtikere neden olması nadir olmakla beraber kronik fokal bakteriyel infeksiyonlar (tonsillit, farenjit, diş absesi, otit, kolesistit, piyelonefrit, vajinit vb.) erişkinlerde görülen kronik ürtikerlerin önemli nedenlerinden biridirler.
5- İç hastalıkları: Birçok sistemik hastalık tablosunda ürtiker sıklığının artmış olduğu gözlenmiş olmakla beraber, bu hastalık tablolarının doğrudan doğruya ürtikere neden olduğu yolunda bir bulgu yoktur. Bu hastalıklar arasında kolagenozlar (lupus eritematosus), romatizmal hastalıklar (poliarteritis), hipertiroidi ve hipoparatiroidi yer almaktadır. Bazı internal malignitelerde de ürtiker sıklığında artış bildirilmiştir. Sık görülmemekle beraber özellikle hematolojik maligniteler (lösemi ve lenfomalar) olmak üzere akciğer ve kolon karsinomları ürtikerle asosiye olabilmektedir. Bunların dışında bildirilen az sayıda olguda menstruasyonlarla yineleyen ürtiker atakları hormonal bir bağlantı olasılığını düşündürmüştür.
6- Böcek Sokmaları: Sivrisinek, pire gibi böceklerin pikürleri çoğunlukla lokal toksik bir reaksiyon olarak papüler ürtikere neden olur. Bu reaksiyon genellikle çocuklar ve açık tenli kişilerde daha şiddetli olmakta ancak yine lokal reaksiyonun ötesine geçmemektedir. Nadir olgularda bazı uçucuların sokmaları (arı) generalize ürtiker veya angioödeme neden olabilmektedir. Bu tür kişilerde hiposensitizasyon denenmelidir.
B- Fiziksel Kökenli Ürtikerler:
1- Dermografik Ürtiker: Dermografizm mekanik sürtünmeye karşı abartılı bir eritemli, ödemli reaksiyon gelişimi olarak tanımlanabilir. Herhangi bir nedene bağlı ürtiker olgusunda da dermografizm müsbet olabilir. Genellikle sürtünmeden 5–10 dakika sonra kaşıntı ile beraber lineer bir eritem ve ödem görülür. Reaksiyon 30 dakika kadar devam eder ve solarak kaybolur. Nadiren heredşiter olup yaşam boyu sürebilir. Sık karşılaşılan edinsel formlar kronik ürtiker şeklinde seyrederler ve birkaç yıl devam edebilirler. Bu olguların büyük çoğunluğu psişiktir. Sedatif antihistaminiklerin (hidroksizin) kullanımı tercih edilmelidir.
2- Kolinerjik Ürtiker: Otonom sinirlerden salınan asetilkoline karşı aşırı vasküler yanıt sonucu ortaya çıkan bir tablodur. Stres, sıcak banyo, aşırı sıcak, egzersiz ve terleme provokan faktörlerdir. Bu faktörlerin etkisi ile çok kısa bir süre içinde, kaşıntıyla beraber en büyüğü 5 mm çapında olan papüler bir döküntü gelişir. Plak oluşturma eğilimi yoktur. Ataklar çok kısa sürelidir ve lezyonlar 15–20 dakika içerisinde sönerler. Provokan faktörlerle ilişkinin çok açık olması sebebiyle hastalar sıcak, efor vb. etkenlerden kaçınarak genellikle hastalıkları ile birlikte yaşamaya alışmışlardır. Ayrıca belirtilerin de çok kısa sürüyor olması nedeniyle aslında nadir olmayan bu tabloya poliklinik kayıtlarında sık rastlanmaz. Antihistaminikler, bazı olgularda ise antikolinerjikler fayda sağlayabilir.
3- Basınç Ürtikeri: Uzun süreli basınç altında kalan alanlarda derin ödemle karakterize ürtikaryen bir reaksiyondur. Kemer bölgesi, ayakkabı bağlarının altı, sütyen ve çorapların sıktığı alanlar da basınca maruz kalındıktan birkaç saat sonra lezyonlar ortaya çıkar. Ödemli olan lezyonlar kaşıntıdan çok ağrılı olma eğilimindedir. Beraberinde dermografizm bulunabilir veya bulunmayabilir. Antihistaminikler genellikle etkisiz olup sistemik kortikosteroidler ile daha iyi sonuç alınmaktadır.
4- Soğuk Ürtikeri: Soğukla temastan sonra kaşıntı, papüler ürtiker ve soğukla temas eden alanlarda ödem gelişimi ile karakterize nadir rastlanılan bir tablodur. Buz küpü testi ile ortaya konabilir. Antihistaminikler içinde özellikle siproheptadin önerilmektedir.
5- Solar Ürtiker: Güneşle temas eden alanlarda birkaç dakika içinde ortaya çıkan ürtikaryen lezyonlarla karakterizedir. Nadir rastlanılan bir tablodur.
6- Aquajenik Ürtiker: Isısı ne olursa olsun, su ile temas eden alanlarda görülen bir ürtiker formudur. Kaşıntılı ödemli papüller su ile temastan sonra birkaç dakikada gelişirler ve yaklaşık 30–60 dakika içerisinde de kaybolurlar. Ter ve gözyaşı bile reaksiyonu ortaya çıkarabilir. Son derece nadir görülen bir tablodur.
C- Herediter Ürtikerler
Familyal soğuk ürtikeri, herediter vibratuar angioödem ve herediter angioödemdir. Herediter anjioödem (Quincke ödemi) fatal seyredebilmesi nedeniyle içlerinde en önemlisidir. Çok nadir görülürler. Nadir görülen bu otozomal dominant hastalık, kompleman komponent inhibitörü C1 INH eksikliği veya işlevsizliği sonucu gelişmektedir.
D- Diğer Ürtikerler
1- Kontakt Ürtiker: Duyarlı olunan madde ile direkt temas sonucu genellikle lokal reaksiyon şeklinde ortaya çıkar. Tüylü hayvan kepekleri, yün, yumurta akı bitkiler ve ilaçlara bağlı olarak oluşabilir.
2- Psikojenik Ürtiker: Kronik ürtiker olgularında psikolojik faktörlerin çok büyük rolü olduğuna dair bir çok yayın mevcuttur. Bu durumda idiopatik ürtiker olarak tanımlanan tabloların önemli bir kesiminin de psikojenik kökenli olması olasıdır.
3- Edinsel Angioödem (Calwell sendromu, angionörotik ödem): Ürtikerin derin formu (urticaria profunda) olarak nitelenmektedir. Genellikle tip I reaksiyon sonucu oluşmaktadır. Hastalarda bradikinin plazma düzeyleri yüksek bulunmuş olup olası mediatör olarak da bu madde düşünülmektedir. Tetikleyici faktörler ürtiker ile benzerdir. En çok arı sokması, ilaçlar, hiposensitizasyon injeksiyonları, yiyecekler (yumurta, kabuklu deniz ürünleri, fındık) sorumlu olarak bulunur. Genç erişkinler ve kadınlarda daha sık olup sıklıkla ürtiker lezyonlar ve mukoza ödemi ile birlikte seyreder. Larinks ödemi yaşamsal risk oluşturabilir.
Ürtikerin belirtileri nelerdir vücutta en sık nerelerde görülür?
Klasik bir ürtiker olgusunda lezyonlar birden bire yanma ve kaşıntı hissi ile başlayan ataklar şeklinde ortaya çıkar. Karakteristik lezyon soluk eritemli, pembemsi renkli ödemli papülerdir. Bu lezyonlar birkaç mm veya birkaç cm çaplarında olabilirler. Bu papüller birleşerek plak oluşturma eğilimi gösterirler ve böylelikle el ayası genişliğinde büyük plaklar oluşur. Papülün kubbe şeklindeki yüzeyi düzgün olup epidermiste bir değişiklik yoktur. Plaklarda ödeme bağlı olarak folikül ağızlarının çökük kalması nedeniyle “domuz derisi” görünümü vardır. Bu görüntü plağın iki yandan hafifçe sıkıştırılması ile daha da belirgin hale gelir. Kaşıntı bazen çok şiddetli olabilir. Başlangıç lezyonlarında eritem daha belirgin olup ödem geliştikçe renk solar. Atak gerilerken ödemin çekilmesi ile eritem yeniden belirginleşir. Özellikle sönmekte olan lezyonlar anüler veya yarımay gibi şekiller gösterebilirler. Tek tek elemanlar birkaç dakika veya birkaç saatte kaybolurlar. Oluşan bir lezyon hemen hiç bir zaman 24 saatten uzun kalmaz. 48 saatten uzun süredir varolan benzer lezyonlar ürtikaryen vaskülit olasılığını akla getirmelidir. Mediatör salınımını sağlayan mast hücre degranulasyonundan sonra yeniden granüllerin oluşması için belirli bir süre gerekmektedir. Bu nedenle ataklar arasında sessiz periyodlar bulunur. Bu periyodlar tetikleyici faktör ile temasın sürüp sürmemesine veya etkenin vücuttan elimine edilip edilmediğine göre uzun ya da kısa olabilecektir.
Ürtiker lezyonları her yerde yerleşebilirler. Ancak özellikle bası alanları (kemer bölgesi gibi), kalçalar, dizler, dirsekler, periorbital ve perioral bölgelerde daha çok görülür. Periorbital ve perioral bölge lezyonları bir angioödem asosiyasyonunu düşündürmelidir.
Edinsel angioödem de genellikle ani başlangıç gösterir. Lezyonlar tipik olarak göz kapakları, dudaklar, genital bölge, ekstremitelerin distal kısımlarında yerleşmişlerdir. Derin sert bir ödem söz konusudur ve lezyonlar klasik ürtiker lezyonlarına göre daha geniştir. Ödemli alanda deri soluk pembe renktedir. Bu olgularda kaşıntı belirgin bir yakınma değildir. Genellikle tek veya az sayıda lezyon mevcuttur. Tablo birkaç saatte maksimuma ulaşır ve 8–72 saat devam eder. Gözler tamamen kapanabilir, dudaklar normalin 4–5 misli şişebilirler. Dil, farinks ve larinks ödemi solunum yolu obstruksiyonuna neden olabilir ve yaşamı tehdit edebilir. Yinelemeler genellikle aynı alanlarda görülme eğilimindedir. Yineleyen ataklar genellikle daha tehlikeli bir seyir gösterirler. Ürtiker ve angioödem sıklıkla birlikte görülebilmekle beraber ayrı ayrı da ortaya çıkabilirler.
Ürtikerde teşhis nasıl konur?
Ürtiker ve angioödem olgularında tanı, büyük ölçüde klinik muayene ve anamneze dayalıdır. Ani başlangıç, lezyonların hecmelerle ortaya çıkışı, karakteristik ödemli papül ve plakların görülmesi, şiddetli kaşıntı, lezyonları uzun süreli olmamaları ve şekil değiştirmeleri tanıda önemli ipuçlarıdır. Laboratuvar tetkiklerinin eozinofili varlığı dikkate alınabilir. Ayırıcı tanıda ürtikaryen vaskülit, büllöz pemfigoid, eritema multiforme, pitriyazis rosea, gebeliğin pruritik ürtikaryen papül ve plakları (PUPPP), multipl insekt pikürleri, granuloma anulare, sarkoidoz ve deri lenfoması gibi çoğunluğunda deri belirtilerinin ürtikere göre çok daha sebatkar olduğu tablolar söz konusudur. Lezyonların 24 saatten uzun sürdüğü olgularda biopsi yapılması en uygun davranış olacaktır.
Angioödem olguları ise lokal infeksiyonlar, lenfödem ve Melkersson-Rosenthal sendromu gibi lokal ödeme neden olabilen diğer tablolarla karışabilir.
Ancak ürtiker tanısı sıklıkla hasta hekime müracaat etmeden konmuştur.
Akut ürtiker olgularının birçoğunda da etken nedene ulaşmakta fazlaca güçlük yaşanmaz. Bu nedenle esas sorun olguların yüzde 70’inden fazlasında etken nedenin belirsiz kaldığı kronik ürtiker olgularında nedene yönelik yapılacak araştırmadır. Öncelikle iyi ve detaylı bir anamnez zorunlu olup gereğinde hasta yakınlarının bilgisine de başvurulmalıdır. Dikkatli bir fizik muayene, gerek tanıyı doğrulamak gerekse de altta yatan başka bir hastalığın varlığını ortaya koyabilmek için gereklidir. Sistemik bir hastalık varlığını elimine etmek için tam kan sayımı, tam idrar tahlili, kan kimyası profili, antinukleer antikorlar, dışkıda parazit tetkiki gibi laboratuvar tetkikleri ile akciğer grafisi yapılmalıdır. Bunların dışında sıcak, soğuk provokasyon testleri ve deri biyopsisi gerçekleştirilebilir.
Besinlerinin rolünün değerlendirilmesi için hasta tarafından birer birer kuşkulanılan gıdalar veya genelde alerjenik olduğu bilinen gıdalar liste dışı bırakılacak şekilde bir günlük tutulur. Sonrasında provokatif testlerle alerji ortaya konabilir. Tüm ilaçlar, özellikle de aspirin ve aspirin içeren bileşikler kesilmelidir.
Ürtiker nedeninin belirlenmesinde, deri testleri böcek sokmaları dışında nadiren yararlıdır. inhalan alerjilerinin belirlenmesinde veya diyet düzelmesi ile herhangi bir sonucu varılamayan olası besin alerjilerinde denenebilir. Besin alerjileri sıklıkla IgE’ye bağlı reaksiyonlar olduklarından deri testiyle besin alerjisine bağlı bazı akut ürtikerlerin ortaya konabilmesi mümkündür. Deri testleri yaygın olarak “prick test” şeklinde gerçekleştirilmektedir. İntrakutan uygulama şeklinde gerçekleştirilen testlerin çok duyarlı kişilerde anafilaksi riski taşıdığı unutulmamalıdır. Son zamanlarda besin duyarlılık testleri de kullanılmaya başlanmıştır ancak IgG antikorlarının varlığı saptanarak elde edildiğinden akut ürtikerlerde sonuçlar tartışmalıdır.
Ürtikerin tedavisi nasıldır, çocuk ve erişkinlerde tedavi farkı nedir?
En iyi tedavi, etken nedenin saptanarak giderilmesidir. Ancak bu her zaman mümkün olamadığından ilaç tedavisi gereklidir. Erişkinlerde ve çocuklarda tedavi protokolü yine sebebe yönelik olmakla beraber hemen hemen aynıdır. Ürtiker olgularında ana tedavi antihistaminiklerdir. Bunlar, hedef hücrelerde histamin reseptörlerini bloke eder ve histamini yarışma yoluyla inhibe ederler. Şiddetli akut ürtiker olgularında IM uygulama çabuk etki sağlaması bakımından yararlı olacaktır.
Daha sonra oral tedaviye geçilebilir ve öncelikle sedatif etkili antihistaminiklerin tercih edilmesinde yarar vardır. Diphenhydramine, clemastine fumarate veya hidroksizin (bid/tid), en etkili ilaçlardır. Sedatif etkili antihistaminikler akut olgularda hastalığın neden olduğu anksiyeteyi de bir ölçüde hafifleterek ek bir yarar sağlamaktadırlar. Terfenadine, loratadine, astemizol, setrizin levosetrizine, ebastin, rupatadin gibi yeni jenerasyon antihistaminikler büyük lipofilik moleküller olup proteinlere bağlanırlar ve kan-beyin seddini geçemediklerinden sedatif etkileri azdır. Bu preparatların aynı zamanda yarı ömürlerinin de uzun olması kullanımda hasta uyumunu kolaylaştırmaktadır. Özellikle hafif seyreden olgularda veya idamede ve hastanın günlük işlerinin aksamaması istendiğinde etkili preparatlardır. Siproheptadin özellikle soğuk ürtikerin tedavisinde kullanılır ve diğer antihistaminiklere (hidroksizin) kombine olarak verilebilir. Yeni jenerasyon antihistaminikler içerisinde yer alan acrivastine ise belirli bir sedatif etkiye sahip olmasına ve peroral kullanımda hızlı bir etki sağlamasına karşın etki süresi kısadır; bu nedenle sık aralıklarla tekrarlanması gerekir.
Uygulanan antihistaminik tedavisine yanıt alınamaması, yani antihistaminik başlandıktan sonra atakların devam etmesi halinde öncelikle, tedavinin önerildiği biçimde kullanılıp kullanılmadığı araştırılmalıdır. Hastaların çoğunluğu ilaçları, atakları bertaraf etmek için kullanmaktadırlar ve bu nedenle de yalnızca ürtiker atağı olduğunda almaktadırlar. Böyle bir sorun olmadığında yine yanıtsızlık söz konusu ise doz yeniden ayarlanarak artırılmalı veya kullanılan antihistaminiklerde grup değişikliğine gidilmelidir. Nadiren de olsa bazı hastalarda kullanılan antihistaminiklere karşı bile reaksiyon gelişebilmektedir. Şiddetli akut ürtiker olgularında özellikle periorbital veya labial ödem söz konusu ise olası bir angioödem yönünden dikkatli olunmalıdır. Bu tür olgularda hastanın tedaviye başlandıktan sonra bir süre gözetim altında tutulması bir laringeal ödemin neden olabileceği tehlikeleri azaltacaktır. En doğrusu şiddetli akut ürtiker olgularında tabloya angioödem gibi yaklaşılarak tedaviye adrenalin uygulaması ile başlanmasıdır. Bu tür olgularda adrenalin 0.25–0.50 mg subkutan olarak uygulanır. Bu doz yarım saatlik aralarla yinelenebilir. Ancak hastanın kardiovasküler bir probleminin, özellikle de hipertansiyonunun olup olmadığı öncelikle araştırılmalıdır. Adrenalin uygulaması ile beraber IM olarak tek doz antihistaminik injeksiyonu da yapılmalıdır. Özellikle mukozal ödemin söz konusu olduğu olgularda 40–60 mg metil prednisolon IV uygulaması ödemin gerilemesini hızlandıracaktır.
Kronik ürtiker olgularında H1 antihistaminik tedavisine H2 reseptör antagonisti (cimetidine, ranitidine) ilavesi yararlı olabilmektedir. Özellikle hidroksizin ile cimetidine kombine edildiğinde serum hidroksizin konsantrasyonlarının belirgin derecede yükseldiği ve tedavi etkinliğinin arttığı gözlenmiştir.
Bir trisiklik antidepresan olan doxepin, aynı zamanda H1 antihistaminik etkiye de sahip olup özellikle temel antihistaminikler ile kombine olarak yararlı olabilir.
İkinci planda düşünülebilecek diğer tedavi seçenekleri arasında kalsiyum kanal antagonistleri, antimalaryal ilaçlar, dapsone, azathiopirin ve metotreksat gelmektedir. Ancak bu preparatlar rutin uygulamada kullanılmazlar.
Akut ürtiker olgularında 1–4 günlük sistemik kortikosteroid kullanımı oldukça sık önerilirken kronik ürtikerlerde uzun vadeli sistemik kortikosteroid kullanımı tedaviye bağlı yan etkiler nedeniyle tercih edilmez. Ancak ne var ki, 0.5–1 mg/kg/gün dozlarında sistemik kortikosteroid tedavisi kronik ürtiker olgularının çoğunluğunda etkili olmaktadır. Bu nedenle konvansiyonel tedaviye yanıt vermeyen inatçı kronik ürtiker olgularında sistemik kortikosteroidler kontrollü olarak kullanılabilmektedir. Üç haftalık bir uygulamadan sonra doz azaltılır. Remisyon sağlanacak olursa konvansiyonel yöntemlerle tedaviye devam edilir. Atakların derhal yinelemesi halinde ise en düşük supresif doz saptanarak alterne tedaviye geçilir. Her üç ayda bir doz yine azaltılarak atakların durup durmadığı araştırılır.
Topikal kortikosteroidler, topikal antihistaminikler ve topikal anesteziklerin ise ürtiker tedavisinde yeri yoktur.
Ürtikerin komplikasyonu var mıdır?
Sadece deri bulgularıyla ortaya çıkan Ürtiker ve anjioödem en sık görülen tablodur ve genellikle tedavi ile bulgular iyileşir. Ancak burada akılda tutulması gereken nokta Ürtiker ve Anjioödem anafilaksi ile birlikte olabilir. Anafilaksi (ciddi allerjik reaksiyon) olgularında hayati tehlike oluşabilir (Anafilakside deri bulgularına ek olarak nefes darlığı, gırtlak ve boğazda şişme-tıkanma hissi, tansiyon düşmesi, çarpıntı, şuur kaybı gibi diğer organları da ilgilendiren bulgular da vardır). Ayrıca çok nadir görülen kalıtsal tip anjioödemde (anjioödem ve karın ağrısı atakları ile birlikte ortaya çıkar) ciddi boğaz ve gırtlak şişmesi hayati tehlike yaratabilir.
Dr. Deniz KORAL
Medical Park Göztepe Hastane
Kompleksi Dermatoloji Uzmanı