“Neden kendi milletimizden olanlara farklı davranıyoruz?” Cevabı belki de en zor olan sorulardan biri. Çünkü, kendi milletimizden olanlara farklı davranmamızın arkasında “rasyonel” bir mantık yok.
Bazıları bu noktada düşünecektir: “Herkes bir millete ait, benim kendi milletime karşı farklı davranmamda bir sakınca yok, herşey karşılıklı.” Ne yalan söyleyeyim, bu gayet mantıklı gözüküyor, kendi sorunlarımızı çözdüğümüz sürece ilerleriz ve herkes kendi sorunlarını çözse, dünya sorunsuz bir yer olur (tabii ki olmaz da, “relatif” olarak olabilir). Bunun çok yüzeysel bir çıkarma olduğunu söylemek zorundayım.
Her ülke kendi milletine, güçlü ülkelerin kendi milletine yardım ettiği kadar edemiyor. Mesela, Norveç devletinin kendi milletine (ya da vatandaşına) ettiği yardımı, sağladığı ayrıcalıkları bir Somali devleti kendi milletine sağlayabiliyor mu? Yani, “herkes kendi fanusunda yaşasın” demek biraz absürd olmuyor mu? Hele ki, globalizasyonun neoliberalizm ile ateşlenmesinden türeyen global ticaret, güçsüz ülkelerin güçlü ülkeler tarafından sömürülmesi gerçeğini ortaya koyduktan sonra…
Şimdi diyelim ki, Somali’ler de, teknolojide, bilimde, sanatta, vesairede ilerleselerdi. Peki soruyorum? Sizce dünyada bu konuda bir eşitsizlik yok mu? Mesela, kim bilebilirdi Arapların toprağının altından petrol akacağını? Kim bilebilirdi Amerika’nın doğal gaz zengini olacağını? Bu parasal veya materyalistik bir bakış açısı. Fakat, herşey ona bağlanmıyor mu? Siz eğer bir çocuğa gerekli besinleri sağlayamazsanız, temiz bir büyüme ortamı oluşturamazsanız. Ve temel eğitimini düzgün veremezseniz, o çocuktan büyüyüp bilim adamı olmasını ve Somali’yi kurtarmasını bekleyemezsiniz.
Ayrıca, bilim, sanat, teknoloji tarzı alanlarda gelişim “eğitim”e bakış açısıyla doğru orantılıdır. Yani, ne kadar çok kişi bu konulara vakit ayırırsa o kadar ilerler. Başka bir deyiş ile, ne kadar denersek (deneme yanılma metodu) o kadar başarılı olma şansımızı arttırırız. Hiç deneyemeyen bir millete diyemeyiz ki, “siz de gelişseydiniz kardeşim!”
Kısacası, bir ülke ne kadar minimal ihtiyaçlarını efektif bir şekilde karşılayabilirse, o kadar başka alanlara vakit ayırır ve ilerler. Bu belki de, elitizm fikrine doğru yöneliyor… Maalesef minimal ihtiyaçların karşılanma süresini azaltmak bu ihtiyaçların hazırlanmasını başkalarının üzerine yıkmaktan geçiyor. Bu da ancak elitizmle oluyor. Fakat, kapitalizm herşeyi değiştirdi… Marx’ın da fark ettiği gibi kapitalizm çok efektif, başka bir deyiş ile dünyada aslında herkese yetecek kadar araba, ilaç, yiyecek var.
Üzülerek söylüyorum ki, dünyanın başka bir tarafında ise insanlar hala en basit hastalıklardan ölüyor. Çünkü bizde milyonlarca bulunan aşı onlara ulaşamıyor… Anlatmak istediğim şey çok basit aslında. Hepimiz gayriahlaki davranıyoruz, istesek de istemesek de, kabul etmek zorundayız. Baştaki sorumuza geri dönersek bunun sebebini belki de tarihsel bir şekilde açıklayabiliriz.
Ailemizle bir geçmişimiz var, benim babamla, annemle ve abimler ile bir geçmişim var. Bu ilişki fedakarlıkla yürüyen ilişki tarzından yani kendi içinde önemli olan, sonuçlarıyla önemli olan bir ilişki değil. Belki de milletimle ilişkim de bu tarz. Tarihin belli noktalarında yaşanmışlıklar bizi aynı bayrağın veya aynı sembollerin, inanışların altında topladı. Yani, nasıl ki birini kurtaracaksam ailemi kurtarırım, aynı şekilde iki kişi arasında birini seçeceksem kendi milletimden olanı seçerim gibi…
Bu rasyonel değil… Değil mi? Çünkü, kendi milletimden olan biriyle yaşamımıza bilimsel yenilikler getirip milyonlarca insanı kurtaran bilim adamı arasında kalsam, ne yapacağım? Sırf milletimden biri diye, bilim adamından bu dünyaya daha az faydası olan birini mi kurtaracağım? Faydacıl (utilitarian) bir felsefeden olaya bakacak olursam, tabii ki de bilim adamını kurtaracağım. Ama milliyetçiliğin tarafgirliği bize tam tersini söylüyor.
Kısacası, işin romantik kısmına giriyoruz… Toparlayarak, çok önemli bir noktaya değineceğim. Şimdi, eğer ülkemizden olanlara farklı davranacaksak, Suriye mülteci krizine yardım etmemiz çok mantıklı olmaz gibi gözüküyor. Çünkü, mültecilere yardım edene kadar, kendi ülkemizde mutlak fakirlik düzeyinde yaşayan binlerce vatandaşımıza yardım etmemiz gerekir. Milyarlarca doları oraya akıtacağımıza, kendi milletimizi iyileştirmeye çalışırız. Değil mi?
Fakat, faydacıl bir felsefe bize yardım etmemizi söyler. Çünkü, bu kriz büyüdükçe ülkeler arasındaki refahı bozup, daha büyük uluslararası krize yol açabilir. Bu da bizi öyle ya da böyle etkiler. Çünkü global kapitalizm de ilişkiler ticaret üzerinden işler ve kriz yayıldıkça ticaret imkanları sivil dengesizlik dolayısıyla sıkıntıya girer. Ayrıca faydacılık evrensel mutluluğu artırmayı amaçlar, bir tarafta insanlar aşırı mutsuzken (mülteciler) öbür tarafta en azından minimal ihtiyaçlarını karşılayan insana yardım etmek faydacılığın evrensel öngürüsüne ters düşecektir.
Sonuç ne peki?
Faydacılık felsefesi üzerinden “milleyetçi felsefeyi” kanıtlayamayız.