Türk Akciğer Kanseri Derneği tarafından, bu yıl 5.si gerçekleşen Ulusal Akciğer Kanseri Kongresi’nin basın toplantısında konuşan TAKD
ve Kongre Başkanı Prof. Dr. Nil Molinas Mandel, Türkiye’de yeni akciğer kanserli hasta sayısının İstanbul hariç 7 Merkezin verilerine göre yılda 7300 olduğunu söyledi. Prof. Dr. Mandel, “Akciğer kanserinin görülme sıklığında erkeklerde hafif bir artış görülse de kadınlarda oldukça yoğun bir şekilde artışa geçmiş durumda. 2010 verilerine göre Türkiye’de erkekler için yüz binde 74, kadınlarda da yüz binde 9.3 gibi duruyor” dedi.
Akciğer Kanseri En Sık İzmir’de Görülüyor
Aktciğer kanserinin en çok görüldüğü bölgenin İzmir bölgesi olduğunu belirten Prof. Mandel “Bu oran İzmir’de erkeklerde 99.9 a kadar çıkıyor, kadınlarda da %11.3 e kadar yükselmiş oluyor. Bizim için son yıllarda son derece önemli olan akciğer kanseri verisi, sigara ile olan ilişkisi. Akciğer kanserinin yıllık Türkiye genelinde beklenen sayısı yeni hasta olarak yılda 30 bin civarında. Sigara içenlerin oranı %91,5. Ailesinde akciğer kanseri bulunanlardaki oran aşağı yukarı %9.6. Ağırlıklı olarak sigarayla oldukça yoğun bir ilişkisi olduğu görülüyor. Akciğer kanserini erken evrede teşhis etme oranı biraz düşük. Akciğer kanserini daha çok ileri evrede yakalıyoruz. Bu yüzden de sağ kalımlar daha düşük oluyor. Ortalama akciğer kanserlerinde sağ kalım süresi olarak 18 ay veriliyor. Ama bu hastalığın evresine, yapılan tedaviye ve hastanın performansına göre değişiyor. Oldukça yoğun görülen akciğer kanseri hastalığı ile çok yeni gelişmeler var. Türkiye’de bu hastalığa karşı tedbir almaya ve günü gününe takip etmeye çalışıyoruz. Hastalığın erken tanısıyla ilgili çok çeşitli yöntemler araştırıldı. Bu yıl sonuçlanan bazı çalışmalarla da kurtulma şansının olduğu belirlendi” dedi.
Kemoterapi Artık Hastalara Eziyet Eden Bir Yöntem Değil
Cerrahi ve radyoterapi yapıldıktan sonra hastaların çoğunda hastalık farklı organlara sıçradığını ve metastazlardan sonra hastalığın 4. Evreye yükseldiğini belirten Prof. Dr. Mandel “Hastalık metastaz yaptığı zaman biz bu hastalık dönemine ‘Evre 4 hastalık’ diyoruz. Evre 4 hastalık döneminin tedavisinde bugün kullanmakta olduğumuz klasik yöntemler var. Bu yöntemlerden biri herkesin bildiği ve korktuğu kemoterapi. Ancak kemoterapi eskisi gibi hastalara eziyet eden bir yöntem olmaktan çıktı. Çünkü bugün yan etkilerini önleyecek birçok destek tedavisine sahibiz. Ama yine de hastalarla konuşurken mevcut diğer hastalıklarını dikkate alarak onlara daha iyi bir yaşam sağlamak üzere bu tedavileri öneriyoruz. 1995’li yıllarda aslında “acaba kemoterapiye hiç mi gerek yok? Sadece destek tedavi mi yapılsın?” tartışılıyordu. Bugün ameliyat olan hastalarda bile risk gruplarına bakıp koruyucu olarak bir kemoterapi önerisine geçmiş bulunuyoruz” dedi. Son yıllarda daha az yan etkileri olan ilaçların piyasaya çıktığını söyleyen Prof. Dr. Mandel, “Bunlar daha çok kişiye özel ilaçlar. Akciğer kanseri alanındaki en önemli gelişme bazı hastalar için kemoterapinin yerini tutabilecek hedefe yönelik ilaçların ortaya çıkmış olması. Belli hücre gruplarında genetik mutasyonlara ve mutasyonların kopya sayısına bakarak bazı ilaçları kullanma şansımız olabiliyor. Ülkemizde de kullanılan ilaçlar arasında erlotinip, gefitinip gibi küçük moleküllü, bizim hücrede çoğalma emrini veren sinyalleri yok eden ilaçlarla tedavi şansı ortaya çıktı. Bu ilaçlar ağız yoluyla kullanabiliyor ve hastalar günlük tedavilerini evlerinde alabiliyorlar. Bunları seçilmiş hasta gruplarında özellikle sigara içmeyen adenokanser grubunda daha etkili kullanabiliyoruz. Bunları ilk tedavi olarak kullanmak için genetik mutasyon testlerini kontrol ediyoruz. Ama ikinci ya da üçüncü seçimde yine bu ilaçları deneme şansımız oluyor. Yine yeni damar yapılanmasını engelleyen bir takım ilaçlar var. Bunları öncelikle kemoterapiyle birlikte kullanıyoruz. Bir süre sonra kemoterapiyi kesip sadece bu yeni damar yapılanmasını engelleyecek ilaçları kullanarak hastalığı durdurma şansımız oluyor. Her hastaya her ilaç aynı oranda etkili değil. Bu bir takım hücresel değişiklikler, enzim değişiklikleri ve genetik farklılıklar kişiye özel tedavi ihtiyacını doğurmuş bulunmaktadır. Bunu da deneyimli merkezlerde, Tükiye’nin hemen her yerinde tıbbi onkoloji ile uğraşan arkadaşlarımız uygulamakta” dedi.
Akciğer Kanserli Hastalar Doktora Geç Geliyor
Erken tanının akciğer kanserinde çok önemli olduğunu ancak ne yazık ki hastaların tamamına yakınının geç evrede hekime başvurduğunu söyleyen TAKD Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları AD Başkanı Prof. Dr. Ferah Ece “Biz bu hastaları ameliyata hazırlamak için uygun vakalarda tedaviler verip lezyonu çürütüp yeniden ameliyata vermek için olağan üstü çaba sarf ediyoruz. Bu yüzden tanıyı erken koymak sağ kalımı arttıran bir faktör. Biz göğüs hastalıkları uzmanları olarak bir takım yenilikleri takip ediyoruz. Bu yüzden bu kongremizde de birçok çalışmalardan da söz edildi. Bizim ana tanı aracımız bronkoskopi. Bronkoskopi, gastroentrologların kullandığı endobronşiyal bir inceleme yöntemi. Akciğerlere burun ya da ağızdan girerek ışıklı bir alet eşliğinde bronşiyalleri görebiliyoruz. Eğer lezyon santral bir lezyonsa bizim bronkoskopi ile lezyona ulaşmamız çok kolay. Direkt olarak tümörü görüp, oradan biyopsi alarak tanıya ulaşabiliyoruz. Ancak her zaman bu iş bu kadar kolay olmuyor. Bazen preferik lezyonlarda farklı yöntemler kullanıyoruz. Elektromanyetik navigasyon gibi. Tanı konduktan sonra evreleme aşamasındaysa bizim lenf düğümlerini aydınlatmamız gerekiyor. Lenf düğümlerinin örneklenlendirmesinde de invaziv yöntemler var. Ancak biz o invaziv yöntemlerden önce non-invaziv yöntemleri kullanmak istiyoruz. Böyle durumlarda bronşların içerisinden lenf düğümlerine ulaşıp oradaki lenf düğümlerinden örnekleme yapıyoruz. Ve bu eğer pozitif olarak sonuçlanırsa evrelememizi yapıp, gerekli tedavileri uyguluyoruz. Endobronşial ultrasonografi ise ulaşılması zor ve küçük lezyonları görmemizi sağlıyor. Ultrason ile lenf düğümünü tespit ettikten sonra iğne biyopsisi ile oraya girerek biyopsi materyalimizi alıyoruz. Sonuç burada da negatif kalırsa o zaman biz hastayı cerrahiye devrediyoruz. Cerrahi olarak örnekleme yapılıyor. Bir diğer teknik ise floresan bronkoskopi. Bunda da görülen bir tümör kitlesi yoksa bile biz farklı bir ışıklandırma sistemi ile bronkoskopi esnasında bronşial yapıları inceleyerek oradaki renk değişikliklerine bağlı olarak karar verebiliyoruz. Bunu da tarama aşamasında kullanıyoruz. Ancak tarama rutin değil akciğer kanserinde ama belirli seçilmiş olgularda, risk faktörü olanlarda, aile örgüsü olanlarda yapabileceğimiz yöntemler ve teknikler” diye konuştu.
Akciğere Bıçak Vurulur mu?
Akciğer kanserinin önlenmesi en kolay fakat en ölümcül kanser olduğunu söyleyen TAKD Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahi AD Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kamil Kaynak, Akciğer kanserinin cerrahi tedavisinin mümkün olduğunu belirterek, “Akciğer kanserinin cerrahi tedavisinde tutulu olan akciğerin bir bölümünü çıkartıyoruz, lenf bezlerini temizliyoruz ve hastaya daha uzun bir yaşam süresi sağlamaya çalışıyoruz. Bize gelen hastaların %20’si %30’u akciğere bıçak vurulur mu? Akciğere bıçak vurulursa ürer mi? Akciğer çıkartılır mı gibi cümleler soruyor. Kesinlikle akciğer çıkartılır, akciğere bıçak vurulduğunda üreme diye bir şey söz konusu değildir. Akciğer kanseri tabii ki en ölümcül, en hızlı metastaz yapabilen kanserlerden bir tanesidir ancak bunun cerrahi ile bıçak ile neşter ile hiçbir ilgisi yoktur. Tekniğin gelişmesiyle bir takım yenilikler söz konusu olabiliyor. Biz tanı ve tedavi amacıyla endoskopik yöntemler kullanıyoruz. Bu yöntemlerde kameranın hd olması, 3 boyutlu olması bize işimizi daha konforlu yapmamızı sağlıyor” dedi.
Akciğer kanserinde radyoterapinin iki amaçla kullanıldığını söyleyen Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi AD Öğretim Üyesi Doç. Dr. Deniz Yalman, “Akciğer kanserlerinde radyoterapiyi iki amaçla kullanıyoruz. Biri küratif dediğimiz hastalığı yok etmeye yönelik amaçla, diğeri de metastatik hastalarda bu metastazların oluşturduğu hastaların yaşam kalitesini bozan semptomları yok etmeye yönelik olarak. Özellikle hastaların büyük bir kısmı bize ileri evrelerde geliyor. İleri evrelerde küratif tedavi yapmamız çok zor. Ancak özellikle kemoterapiyle birlikte radyoterapiyi uyguladığımız zaman ve yeni gelişen teknolojiye paralel olarak artık bilgisayar kontrollü yapabiliyoruz tedavimizi. Normal dokuları koruyarak, akciğere zarar vermeden daha yüksek dozlar uygulayabiliyor. Yüksek dozlara çıktığımız zaman kürü daha rahat kontrol edebiliyoruz. Genel radyoterapi açısından teknolojik ilerlemelere paralel olarak radyoterapi yöntemlerindeki gelişmeler, her kanserde olduğu gibi akciğer kanserinde de lokal kontrolde bize yardımcı oluyor. Ama bizim şu andaki en büyük problemimiz bu hastalığın yaptığı sistemik metastazlar. Onlara çözüm getirmediğimiz takdirde ölüm oranları yüksek olmaya devam ediyor” diye konuştu.
Türkiye’de 3 Kat Daha Az Radyoterapi Veriliyor
Radyoterapinin 100 yıldan bu yana uygulanan bir tedavi yöntemi olduğunu söyleyen Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyasyon Onkolojisi AD Öğretim Üyesi Prof. Dr. E. Rıza Çetingöz, “Radyoterapi ilk olarak dışarıdan uygulanma yöntemiyle başlamıştı. Şu anda radyoterapi yöntemleriçok ilerlemiş durumda. En yeni yöntemlerden bir tanesi içeriden uygulanan yöntem. Çok önemli tıkanmalarda bronşları açıcı bir tedavi yöntemi olarak kullanılıyor. Radyoterapi akciğer kanserlerinde en çok uygulanması gereken bir tedavi yöntemi olmakla beraber, dünya genelinde 100 akciğer kanserli hastanın yaklaşık 66’sının herhangi bir nedenle radyoterapi gördüğü anlaşılıyor. Fakat maalesef ki SGK verilerine baktığımızda ülkemizde bu oranı olması gerekenden 3 kat daha az olduğu görülüyor. 100 hastanın ancak 28’inin radyoterapi gördüğü ortaya çıkıyor. Bu da önemli bir sorun tabii ki. Ya elimizdeki olanakların farkında değiliz ya da bu olanaklar konusunda bilgi sahibi değiliz. Bu yüzden derneklere ve basına çok büyük bir iş düşüyor. Gelmiş olduğumuz noktada bilişimdeki teknolojiyle eskiden 2 boyutlu tedaviler yaparken artık 3 boyutlu tedaviler yapmaya başladık. Eskiden simülatör denen bir radyografi cihazında kitleye odaklanırken, şimdi tomografiler aracılığı ile yapmış olduğumuz planlamalarda kitlenin çevresindeki sağlam dokuları da görerek onları teker teker ince hesaplarda tümörden ayırarak eskiden var olan dozların oldukça üzerine çıkmış durumdayız. Bu yeni gelişen teknoloji sağlam dokuyu çok daha fazla koruyarak tümöre çok daha iyi odaklanabilme şansını getirdi. Streotaktik vücut ışınlamasında lenf modu tutulumu yapmamış olan ve 3 cm’in altında olan tümörlerde haftalık ya da gün aşırı seanslarda seans başına yüksek dozlar vererek bugün cerrahinin elde etmiş olduğu verilere yakın hastanın bulunmuş olduğu yerdeki kontrolünü sağlamayı başardığı gösterilmiş durumda. Bilimde gerçekten çok ilerlemiş durumdayız. Sözünü edeceğim bir diğeri de eskiden biz tümörü tedavi ederken belli bir sabit alan alır ve tümörü orada ışınlardık. Tümör de alan dışına çıkmasın diye alanı biraz geniş tutmak zorunda kalırdık. Şimdi artık Tümörü takip eden solunum ayarlı 4 boyutlu radyoterapi sadece tümöre odaklanarak çevre dokuları koruyor. Fakat bu aygıtlar çok çok pahalı aygıtlar ve her merkezde mevcut değil” dedi.