Bundan iki ay kadar önce British Journal of Cancer dergisinde bir çalışma dikkatleri üzerine çekti. Bu çalışmanın yazarları 1960 doğumlularda hayatları boyunca kansere yakalanma oranının %50 civarında olduğunu belirtmekte idi. Bu kadar yüksek kanser oranının birinci nedeninin ise ortalama yaşam süresinin tüm toplumlarda uzaması olarak verilmekte idi. Bu ilişki sadece kanser için değil, birden fazla hastalık için doğru aslında. Bunlardan bir diğeri de kalp-damar hastalıkları.
Damar sertleşmesi (Ateroskleroz) aslında hepimizde erken yaşlarda başlıyor. Bizler 4–5 yaşına geldiğimizde, damarlarımızda yağlı çizgiler (fatty streak) oluşmaya başlıyor. Bu çizgiler aterosklerozun erken bulguları. Taşımakta olduğumuz risklere ve bu risklerin şiddetine göre aterosklerozun ilerle hızı değişiyor ve farklı yaşlarda bulgular vermeye başlıyor. Örneğin ailesinde kalp-damar hastalığı geçirmiş olan, beraberinde hipertansiyon, diyabet ve hiperlipidemisi olanlarda aterosklerozun çok daha hızlı ilerlemesi ve daha erken yaşta bulgu vermesi yüksek olasılıklı. Genetik konusunda değişiklik yapamayacağımız aşikar, ama diğer risk faktörleri konusunda daha dikkatli davranıp, önlemler almak elimizde.
Kontrol altına almamız gereken bir diğer faktör diyabet. Diabetes Mellitus aterosklerozun daha hızla seyretmesine neden olmakta ve dünyada onun da görülme sıklığı gittikçe artıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2000’li yılların başında yayınladığı bir rapora göre, 2030 yılında dünyanın bazı bölgelerinde diyabetli hasta sayısı neredeyse üç kat artıyor. Bu yükseliş özellikle gelişmemiş ve gelişmekte olan bölgelerde daha da belirgin. Zaten yetersiz olan bütçe imkânları, mücadele etmekte olan bu bölgelerde sağlık hizmetinin de yetersiz olması diyabet komplikasyonlarını da artıracak gibi görünüyor. Bugün bile her 30 saniyede bir kişi diyabet nedeni ile bacağını kaybediyor. Majör ampütasyonların yanı sıra körlük ve diyalize bağımlı böbrek yetmezliklerinin de önemli bir nedeni hala diyabet. Diyabeti önlemenin birinci basamağı dünyayı kıskacı altına almış obeziteyi önlemek gibi görünüyor. Bunun da en basit yolu beslenme şeklimizi değiştirmek ve toplumun bu konuda bilinçlenmesini sağlamak.

Bu konuda yapılan kampanyaların başarısını artırmak yönünde de farklı çalışmaların yapılması gerekli. Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı “Türkiye’de Sağlığın Geliştirilmesi Araştırma” raporunda yapılan sağlıklı yaşam kampanyaları sonucunda kişilerin daha sağlıklı olmak adına yaptıkları değişiklikler 2013’te yayınlandı. Sonuçlara göre “Daha sağlıklı bir yaşama sahip olmak adına yeme alışkanlıklarını sağlıklı hale getirdim” diyenlerin oranı %6.8. “Bu konuda fazla yayın görmedim” diyebilirsiniz ve kampanyayı 2013’e kadar yetersiz olarak tanımlayabilirsiniz. Ancak sigara karşıtı kampanyaların yıllardır etkin bir şekilde yapıldığı konusunda tartışma olmadığı kansındayım. Sağlık Bakanlığı’nın raporuna göre sigarayı bırakanların oranı ise %1.4. Sağlıklı bir hayata sahip olmak adına yapılması gerekli alkolü azaltmak veya bırakmak, düzenli bir uyku düzeni oluşturmak veya egzersiz yapmak gibi olumlu davranış modellerini hayatına adapte edenlerin oranı ise %1’in altında. Bu oranların bu kadar düşük seviyede olmasının birinci nedeni, bu kampanyaların inandırıcılığının düşük olması kanımca. Daha sağlıklı ve uzun bir hayata sahip olmanın anahtarını verdiğimizde, halkın bunları almamasının önemli bir nedeni bu olmalı. Çalışma hayatının zorlu olması veya geçinme güçlüğü önümüzde acı bir gerçek olarak durabilir, ancak hiçbir maddi yatırım gerektirmeyen sigarayı bırakmak, alkolü azaltmak veya günde yarım saat yürüyüşü hayatımıza sokmamak için bir neden olmamalı.
Daha sağlıklı bir topluma sahip olmak adına yapılan sağlıklı yaşam kampanyalarını zaman ilerledikçe daha sık göreceğiz. Umarım sonuçları daha etkin olan kampanya şekillerini de öğrenir ve iyi sonuçlar elde ederiz.