Tıp eğitimindeki modern değişiklik 1910’da Flexner Raporu ile başladı. Abraham Flexner metodoloji üzerine farklı fikirleri olan ve bunları farklı eğitim birimlerinde denemekten çekinmeyen bir eğitimci idi. Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Kanada’da 155 tıp fakültesinde yaptığı araştırma sonuçlarını yayınladığı raporu sonrasında bu alanda sarsıcı değişikliklere neden oldu. Benzer bir raporu Avrupa’da da yayınlaması sonrasında bu etki daha global bir boyut kazandı.
Bu raporun ardından tıp fakültelerinin eğitim programlarında hızlı bir değişim oldu. Eğitim alanında büyük ve farklı adımlar atılmaya başlandı. Bu değişim sonraki yıllarda da devam etti. Klasik eğitim modelleri ile başlayan eğitim reformu yatay ve dikey entegrasyonlar özelliğinde veya probleme dayalı öğrenim gibi farklı modellerle halen devam etmekte. Öğrencilerine daha iyi eğitim vermek isteyen tıp fakülteleri bu konuda çaba sarf ediyor ve kendi sistemleri içinde en uygun olanını bulmaya çalışıyorlar. Aslında bu farklı sistemler içinde hamuru insan sağlığı olan konuların sadece işlenme özellikleri farklı. Ancak teknolojinin hızlı ilerlemesi ile beraber tıp uygulamalarında da hızlı değişiklik oldu ve bunların da öğretilmesi gerekli. Cerrahide ortaya çıkan laparoskopik girişimler buna örnek olarak gösterilebilir. Açık cerrahi neredeyse yerini tamamen laparoskopik girişimlere bırakıyor. Laparoskopi yerini tam da sağlamlaştırıyor derken devreye robotik cerrahi girdi. Farklı eğitim modelleri de olsa tıp fakülteleri öğrencilerine laparoskopi veya robotik cerrahi komplikasyonlarını en azından tanımayı ve ilk müdahaleyi nasıl yapacağını öğretmek zorunda.
Teknoloji ile paralel yürüyen bu hızlı büyümenin yanı sıra tıp fakültelerinin gözden kaçırmaması gereken bir nokta da tıp sanatının insana hizmet vermeye devam ettiği gerçeğidir. Bu nedenle öğrencilerine, hastası ile empati yapabilme yeteneğini vermeye çalışmalıdır. “Medical Humanities” adı altında tanımlanan dersler bu amaçla tasarlanmıştır. Bu dersler halen ülkemizde ve dünyada birden fazla fakültede seçmeli ders olarak verilmekte. Birinci amacı öğrencilerde empati yeteneğini geliştirmek olan bu ders aynı zamanda doktorlar için çok önemli olan gözlemcilik yeteneğini de kuvvetlendiriyor. Yapılan çalışmalar, bu dersi alan öğrencilerde tanıya varmanın dersi almayan öğrencilere göre daha hızlı olduğunu göstermekte.

Bu dersi multidisiplinerden öte interdisipliner olarak tanımlamak daha doğru. Etkileşime geçen disiplinler arasında edebiyat, felsefe, ahlak, tarih ve din gibi farklı disiplinler var. Bunların yanı sıra antropoloji, psikoloji, sosyoloji gibi sosyal bilimler ve tiyatro, sinema ve görsel sanatlar gibi sanat dalları da mevcut. İstanbul Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesi olduğum yıllarda dersleri daha çekici kılmak adına çok da farkında olmadan bu dersin özellikleri ile ders anlatmaya başlamıştım. Sadece öğrencilerin biraz daha fazla ilgisini çekmek adına yaptığım eforun beklentimin daha da ötesini karşılayabildiğini öğrenmek benim için de farklı bir tecrübe oldu. Şimdi içinde bulunduğum müfredat içinde böyle bir şansa sahip olmak gerçekten keyif verici. Derslerimizde farklı senaryolar üzerine canlandırmalar yapıyoruz. Kapalı zarflar içinde yazılmış olan sağlıkla ilgili farklı senaryolarda hastalarımızın neler hissettiğini anlamaya çalışıyoruz ve onların rolüne giriyoruz. Gözlem yeteneğimizi geliştirmek adına fotoğrafların veya resimlerin arka plandaki hikayelerini öğrencilerimiz beraber çözmeye çalışıyor. Tıp eğitiminde göreceklerini umut ettikleri mide, barsak konularının yanında gördükleri bu insanlık duygularına ait derste oldukça da başarılılar.…
Sonuç olarak tıp fakültelerinde öğretim görevlilerinin üzerine düşen görevin, bilimsel düşünce yetisini tam olarak geliştirmiş, konularına hakim doktorlar yetiştirmenin ötesinde görevini meslek aşkıyla yapan, hastasını anlayabilen ve onun hastalıkları ile duygularını da tanıyıp, uygun yaklaşımı gösteren doktorlar yetiştirmek olduğunu kabul etmemiz gerek. Eğitimdeki yeni soluklar bu ihtiyacı karşılama hedefi içinde görünüyor.