MART 2016
Vücut bütünlüğüne yapılan bir müdahalenin hukuka uygun kabul edilebilmesi için, kural olarak, hastadan rıza alınmış olması gerekmektedir. Müdahalede bulunulan kişinin rızası, tıbbi zorunluluk ve kanunda yazılı hallerde aranmaz (Anayasa, m. 17 II). Keza, kişinin rızası dışında, üstün nitelikte özel veya kamusal bir yararın bulunması veya kanun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden birinin varlığı durumunda, kişilik haklarına yönelik müdahale hukuka aykırı sayılmayacaktır (Medeni Kanun m. 24 II). Buna karşılık, Hasta Hakları Yönetmeliği’nin 22. ve 25. maddelerinde hastanın tıbbi müdahaleyi reddetme hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir.
Dini bir teşkilat olarak bilinen Yehova Şahitleri, Kutsal Kitabın hem Tevrat hem de İncil kısmında yer alan ayetlerin yorumuna göre; kutsallık içerdiği ve hayatın özünü oluşturduğuna inandıkları “kan”ın, nakline karşı çıkmaktadırlar. Kan transfüzyonuna rıza gösteren üyelere cemaatten çıkarma yaptırımı uygulanmaktadır. Bu nedenle, bu inanca mensup bir hasta, cerrahî bir operasyona rıza gösterirken kendisine kan verilmemesini yazılı bir beyanla şart koşmaktadır.
Kan nakli ve organ nakli gibi bazı tıbbi müdahalelerini, en geç aydınlatma ve rıza aşamasında bizzat kendisi açıkça reddeden bir Yehova Şahidi hastaya karşı sağlık çalışanlarının tutumu nasıl olacaktır? Buna karşılık, Yehova Şahidi olduğu anlaşılan bir hastanın, hastaneye bilinci kapalı olarak gelmiş ve hayatı acil kan transfüzyonuna bağlı ise, sağlık çalışanlarının tutumu nasıl olacaktır? Hastasının inançlarına aykırı olarak kan transfüzyonunda bulunan hekimin hukuki sorumluluğuna hükmedilecek midir?
Yehova Şahitleri’ne verilen tıbbi müdahale, dini, etik ve hukuki açıdan tartışılmaktadır. Konu, aşağıda hukuki açıdan değerlendirilecektir.
Kan transfüzyonunu açıkça reddeden Yehova Şahidi bir hasta, tıbbi müdahale öncesi, acil durumda bile kan almak istemediklerine ilişkin iradesini aydınlatma formuna şerh düşerek veya yazılı olarak açıkça ifade etmiş olabilir. Böyle bir durumda, hastanın dini inancını sorgulamak hekimin görevi olmadığı için, hastanın bu yöndeki iradesine saygı gösterilmelidir. Hekimin buradaki görevi daha çok, hayatı ve sağlığı için elzem olan kan naklinin yapılmadığı durumda olası sonuçlarının neler olabileceği hakkında hastanın kapsamlı olarak aydınlatılması ile sınırlıdır. İleride ispat sorunu ile karşılaşılmaması için, kan transfüzyonunun yapılmadığı durumda hayat ve sağlık üzerinde olası olumsuzlukların neler olduğu yönünde hastanın aydınlatılmış olduğu, ancak hastanın buna rağmen kan transfüzyonunu reddettiğine ilişkin iradesinin yazılı olarak alınmış olması önemlidir. Bu tür vakalarda, tüm alternatif tedavi imkanlarına başvurulmuş olmasına rağmen ölüm gerçekleşmiş veya vücut bütünlüğünde kalıcı zararlar oluşmuş ise, hekimin hukuki sorumluluğuna gidilemez. Hastanın kendi geleceği hakkında karar verme özgürlüğünün tanınması ve takdirinin hastaya bırakılması da bu yönde bir yorum yapılmasını gerektirmektedir. Tam aksine, bu durumlarda, hastanın iradesi göz ardı edilerek kan transfüzyonu gerçekleştirilirse, vücut bütünlüğüne hukuka aykırı olarak müdahalede bulunulması gerekçesiyle sağlık personelinin hem cezai hem de tazminat sorumluluğu doğar.
Buna karşılık bilinci kapalı olarak sağlık kuruluşuna getirilmiş ve Yehova Şahidi olduğu bilinen (anlaşılan) bir hastanın kan transfüzyonu ile ilgili olarak önceden açıklamış olduğu isteklerin neler olduğu araştırılmalıdır. Yehova Şahidi olan her hasta kan naklini kesin olarak reddetmektedir, buna karşılık tarihsel süreç içerisinde organ nakline ilişkin müdahaleleri hastanın kişisel kararlarına bırakılması yönünde bir gelişme göstermiştir. Bu nedenle, Yehova Şahidi olduğu bilinen her hasta özelinde, kan ve organ nakline ilişkin rızası araştırılmalıdır. Hasta, kendisi hakkında karar verme yetkisini bir temsilciye bırakmış olabilir veya bilinen bir tıbbi vasiyetin göz önünde bulundurulması gerekebilir. Hastanın tedavisi hakkında karar verme konusunda bir temsilci tayin etmemişse veya tıbbi vasiyeti bulunmuyorsa, farazi iradesinin belirlenmesine çalışılmamalıdır. Zira tıbbi müdahalenin reddi konusunda “açık irade” aranmalıdır.
Türk doktrininde karşı bir görüş olarak, “acil bir durumun ortaya çıkması halinde dahi, vücuda dışarıdan kan nakledilmeyeceği konusunda hastasına karşı taahhütte bulunan hekimin, operasyon sırasında, böyle bir durumla karşılaşması halinde, hastasının ölümüne seyirci kalamayacağı ileri sürülmektedir. Zira, hasta ile hekim arasında, müdahalede bulunulmama konusunda yapılan anlaşma Medeni Kanun m. 23 uyarınca kesin hükümsüz sayılması gerekir. Yehova Şahidi bir hasta, hekimden kendi ölümüne neden olabilecek bir konu hakkında taahhütte bulunmasını talep edemez. Tam aksine, hastaya gerekli transfüzyonu yapmayan hekim, bir insanın ölümüne seyirci kalması sebebiyle hem cezai hem hukuki sorumluluğuna gidilebilir. Hastanın üstün yararı, ona karşı acil olarak müdahalede bulunulmasını gerektirmektedir”.
Velayet hakkı sahibi Yehova Şahidi ana ve/veya babanın çocuklarının hayatı ve sağlığı için elzem olan kan transfüzyonuna rıza göstermemesi durumu, üzerinde durulması gereken özellikli bir konudur. Çocuğun üstün yararı, ana-babanın dini vecibelerinden üstün tutulmalıdır. Kanuni temsilci (ana ve/veya baba, vasi) sahip oldukları velayet veya vesayet hakkını, çocuğun sağlığı ve hayatını korumak yönünde kullanmalıdır. Velayet hakkını bu yönde kullanmayan kanuni temsilci, hakkını kötüye kullandığı kabul edilir ve hakime başvurulur (bkz. Hasta Hakları Yönetmeliği, m. 24 IV). Ancak hekim, hakime ancak kan ürünlerinin kullanılmadığı alternatif tedavi yöntemlerine başvurulamayacağı durumlarda başvurmalıdır. Acil hallerde, Savcılık makamına başvurulmalı, tedbir niteliğinde karar alındıktan sonra çocuğa müdahalede bulunulmalıdır. Ayrıca ayırt etme yeteneğine sahip olan küçüğün, tedaviye ilişkin rızası alınmalıdır.
Son söz: Olaya nereden baktığımız önemlidir. Bir tarafta, dini inançlarına ölümü bile göze alacak derecede bağlı olan hastalar; diğer tarafta, görevleri, insan hayatı kurtarmak olan hekimler bulunmaktadır.