Hayat bazıları için 1 saniye, bazıları için 120 yıl sürebilir. İnsanlar eşit değildir. Tek yumurta ikizleri üzerinde yapılan çalışmalar dahi, yüzde 100 bir benzerlik tespit etmekte aciz kalmıştır. Bu da çok normaldir. Kabul etmeliyiz ki, eşitsizlik hayatımızın ilk olmazsa olmazlarındandır. Siyaset felsefesi statükoyu şöyle açıklar:
• Kıtlık
• Eşitsizlik
• Sorun
• Güç
Bunları basit bir şekilde “ortografi”1 olarak göstermek yerine, bu 4 unsur arasındaki ilişkiyi açıklamak gerekir. “Kıtlık” eşitsizliğe, “eşitsizlik” soruna, “sorun” da “güç”e sebebiyet verir. Kıtlık, dünyadaki kaynakların tükenebileceğini ya da tükeneceğini işaret eder. Yani “infinity: sonsuzluk, sınırsızlık, sonsuz büyüklük” diye bir kavram yoktur. Böyle bir kavramın olmadığını, İngiliz filozof Thomas Hobbes, 1651’de yayımladığı “Leviathan” adlı kitabında bizlere anlatmıştı2. Herkesin 1 kilo altını, 100 bin doları, bir sürü evi ya da arabası yok. Kısacası, eğer dünyadaki herkese ortalama bir Kuzey Amerikalı’nın yaşam tarzı sağlanmaya çalışılsa, bugünün şartlarında bunun sürdürelemeyeceği kesindir. Bu sebepten de, tek opsiyonumuz ortalamanın üzerinde olanları aşağı çekmektir. Radikal gözüken bir opsiyon dahi olsa, en sağcılar bile bunun farkındadır. Muhafazakarların ve “laissez faire”cilerin3 temelinde böyle bir eşitliği sağlayıcı mekanizmaların bulunmaması da bu yüzdendir. Farkındalar, ama bir şey yapmak istemiyorlar. Son yüzyılda Franklin Roosevelt, “Yeni Düzen” çabalarıyla, ünlü ekonomist John Maynard Keynes’in “işsizlik” üzerindeki teorilerinden yola çıkarak, devletin aktif rol alarak toplumu sürdürülebilir bir ortalamaya çekmek istedi. Onların bunu yapma sebebi, basit bir ekonomik öngörüden başka bir şey değildi. İnsanların cebinde para olur ve harcarsa, bu durum ekonomiyi canlandırır.
“Kıtlık” da bizi eşitsizliğe itiyor ve itmek zorunda. Bana göre, eşitsizliğin sebebi sadece “kıtlık” değil. Kapitalizm, “cimri”, “insanları ezen” ve “korkak” olanları ödüllendirir. Korkak derken, “Aman malıma birşey olmasın?” gibi bir yaklaşımdan bahsediyorum. Bu yüzden zaten aristokratların yanında hep koruma görürsünüz. Çünkü, onlar da biliyor böyle bir eşitsizlik tablosonun en üstünde eşitsizliği teşvik ettiklerini… Belki böyle düşünmesek dünya daha mı güzel olurdu? Tartışılır.4 Hegel yıllar önce, Marx ne kadar onun sağcılığını eleştirse de, “efendi-köle” durumunda efendinin de köle olduğunu tartışmıştır. Efendinin efendiliği kölenin köleliğine bağlıdır. Efendi de ister istemez, köleye muhtaçtır. Yani, köle özgürlüğüne kavuşursa, efendi de özgürlüğüne kavuşur. Bundan bahsederken, Marx’ın da dediği gibi, aristokratlar da, kapitalistler de aslında köledirler. Nasıl mı? Kapitallerinin köleleri… Burada anlatmak istediğim şey, eşitsizliğin belki de kaçınılmaz son olmayabileceği… Fakat, tarih bize tersini gösteriyor, problemler de hep bir “kıtlık” anında patlak veriyor. Bu yüzden, “kıtlık, bizi eşitsizliğe itiyor” demek absürt bir artikülasyon5 olmaz.
Eşitsizlik sorun yaratıyor. Hükümeti, “ortalama birey”in yardımına koşması için seçen yine ortalama kişiler, çoğu zaman eli boş dönüyor. Hükümet de, çoğu kapitalist toplumda olduğu gibi, kendi işine yarayanları yakınında tutup destekliyor. O kişiler, 100 katı büyürken, ortalama birey çok az ya da hiç büyümüyor. Tabii bu da sorun yaratıyor. Genelde, bu tarz eşitsizlik toplumu tamamı ile sömürme noktasına ulaşıltığında devrimler ortaya çıkıyor. Marx, devrimlerin gelişmiş ülkelerde başlayacığını dile getirse de (çünkü kapitalizm ne kadar ekstrem olursa, o kadar çabuk çöker), çok belli ki, tam tersi olmuştur. Hitler’in gücü eline alması da, Almanya’nın yaşadığı büyük ekonomik sıkıntılardandır. Özetle, eşitsizlik her zaman devlet içinde ve dışında (enternasyonal alanda) tansiyonu yükseltir.
Çözemediğimiz sorun ve eşitsizlik, bizi son olarak güce itiyor. Güce itiyor çünkü, eşit olamayacaksak güçlenip, kapital toplayıp hayatımızı garantiye almamız gerekiyor. Devletler çoğu kişi tarafından “savaş makinesi” olarak görülse de, aslında devlet, “gücü” yasal hale getirmek için ortaya çıkmıştır. Daha organize olup, “merkezi güven” yaratıp devleti insanlar üzerinde tutmak esas amaçtır. Mesela, Thomas Hobbes demiştir ki: “Eğer devlet olmasa, biz yine de birbirimize saldırırız. Çünkü eşitsizlik var ve kendimizi güvenceye almalıyız.” Fakat, herkes aynı kafayla davranırsa dünya yaşanmaz hale gelir ve bu yüzden Hobbes, anarşik bir dünyanın kaos olacağını öngörmüştür. Hobbes, farazi olarak bunu açıklıyor; eğer evinizin kapısını polisin, hukuğun, yasanın ve mahkemelerin olduğu bir dünyada kilitliyorsanız, anarşik bir durumda ne yaparsınız?
Bu yazımda amacım, siyaset felsefesinin statükoya bakış açısını ortaya koymaktı…
1 Yazı sistemleri arasındaki geçişi sağlamak üzerine yazı sistemlerini inceleyen bilim dalı.
2 Leviathan, Bölüm III, paragraf 12.
3 “bırakınız yapsınlar”
4 Bkz: John Locke, Jean-Jacques Rousseau, Thomas Hobbes ve John Rawls
5 Konuşma seslerini çıkarma işlemine söyleyiş.
Thomas Hobbes Kimdir?
5 Nisan 1588’de doğan ve 4 Aralık 1679’de ölen Hobbes, İngiliz felsefecisidir. 1651 tarihli “Leviathan” adlı çalışması, batı siyaset felsefesinin izleyeceği yolu çizmiş ve başucu eseri olmuştur.
Bugün bir siyaset felsefecisi olarak tanınsa da, tarih, geometri, etik, genel felsefe gibi pek çok alanla ilgilenmiştir. Hobbes, Locke, Berkeley ve Hume gibi bir empiriktir ve onlara benzemeksizin matematik yöntemin hayranıdır. Yalnız matematikte değil, onun uygulamalarıyla da ilgilenmiştir.
Franklin Delano Roosevelt Kimdir?
30 Ocak 1882’de doğan, 12 Nisan 1945’de ölen Roosevelt, 4 kez seçilerek en uzun süreyle görevde kalan (4 Mart 1933 – 12 Nisan 1945) ABD başkanıdır.
ABD halkı tarafından FDR şeklinde anılan Roosevelt’in ailesi, 17. yüzyılda Kuzey Amerika’da henüz İngiliz kolonileri kurulmamış iken Hollanda’dan gelerek New York bölgesinde yerleşmiş bir ailedir. ABD’nin 26. Başkanı olan Theodore Roosevelt de aynı ailedendir.
John Maynard Keynes Kimdir?
5 Haziran 1883’de doğan, 21 Nisan 1946’da ölen Keynes, radikal düşünceleriyle ekonomide çığır açan Britanyalı iktisatçıdır. Ekonomik durgunlukla mücadelede müdahaleci para ve maliye politikalarını savunmasıyla tanınır. Bu düşünceleri daha sonra Keynesci ekonomi akımı içinde biçimlenmiştir.
Keynes’in en ünlü eseri 1936’da yayınlanan, İstihdamın, Paranın ve Faizin Genel Teorisi ya da kısa adıyla Genel Teori diye bilinen kitaptır.
G. Wilhelm Friedrich Hegel Kimdir?
27 Ağustos 1770’de doğan, 14 Kasım 1831’de ölen Hegel, idealist Alman filozoftur.
Etkisi, hem onu takdir edenler (Bradley, Sartre, Küng, Bauer, Stirner, Marx ) hem de acımasızca eleştirenler (Kierkegaard, Schopenhauer, Nietzsche, Heidegger, Schelling) gibi çok farklı konumlardaki insanlar üzerinde çok geniş bir yelpazede olmuştur.
Kurduğu felsefe sistemini ‘phanomenologie des Geistes’ adındaki eserinde anlattı.
Karl Marx Kimdir?
5 Mayıs 1818’de doğan, 14 Mart 1883’de ölen Marx, 19. yüzyılda yaşamış filozof, politik ekonomist ve devrimcidir. Marx’ın ekonomi alanındaki çalışmaları, günümüzde emeği, emek-sermaye ilişkisini ve bunları takip eden ekonomi düşüncesini kavramanın büyük bir kısmı için temel oluşturmuştur.
Sosyoloji ve sosyal bilimleri başlatan isimlerden olan ve hayatı boyunca sayısız kitap yayımlayan Marx’ın en bilinen eserleri “Komünist Manifesto” ve “Kapital”dir.
Adolf Hitler Kimdir?
20 Nisan 1889’da doğan, 30 Nisan 1945’de ölen Hitler, Avusturya asıllı Alman politikacı, siyasi lider, teorisyen ve devlet adamıdır.
1919’da Alman İşçi Partisi’ne (DAP) üye olmasıyla başlayan politik yaşamı, bu partinin 1920 senesinde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne (NSDAP) dönüşmesiyle devam eden ve 1921’de de bu partinin lideri olan Hitler, partisinin iktidara gelmesiyle 1933’te Almanya Şansölyesi, 1934’ten ölümüne kadar da Almanya Cumhurbaşkanı olarak görev yaptı.