Günümüzde tıbbi malpraktis, komplikasyon, endikasyon, defansif tıp, tele-tıp gibi kavramlar sadece hukukçular ve sağlık personelleri tarafından değil, yazılı ve görsel medyada da sıklıkla duyduğumuz terminolojilerdir. Sağlık hukukuna nazaran daha dar bir uygulama alanına sahip olan tıp hukuku, bu konuları da kapsayacak şekilde, sağlık hizmetinin sunumunda sağlık çalışanlarının hak ve yükümlülüklerinin, hukuksal sorumluluklarının, medikal ve ilaç hukuku, hasta hakları ve benzeri konuların, Anayasa, ceza hukuku, idare hukuku ve medeni hukuk açısından incelendiği interdisipliner bir hukuk dalıdır.
“Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın zarar görmesi, hekimliğin kötü uygulanması” olarak tanımlanan (Türk Tabipler Birliği Etik Kuralları, m. 13) tıbbi malpraktis sebebiyle açılan dava sayısında ciddi oranda bir artış gözlemlenmektedir. Dava sayısında artış nedenleri arasında; hasta başına düşen hekim sayısı (Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre Türkiye’de 2011 yılı itibariyle 1000 kişiye 1.711 hekim düşmesi sebebiyle, tabip sayısı bakımından Avrupa bölgesindeki 44 ülke arasında 42. sırada bulunmaktadır), basının sağlık personelini hedef gösteren haberleri, hasta hakları konusunda farkındalığın artmış olması, tıbbi malpraktis davalarında artık yüksek miktarda tazminata hükmedilmekte olması, kamu hastanelerinde ve örneğin devlet hastanelerinde uygulanan performans sistemi gibi sebepler gösterilebilir. Bu durum ise tıbbi malpraktis sonucu dava açılma korkusu içerisindeki hekimlerin defansif tıp uygulamalarına yönelmesine neden olmaktadır. Kamu nezdinde Malpraktis Yasa Tasarısı olarak bilinen “Tıbbi Hizmetlerin Kötü Uygulanmasından Doğan Sorumluluk Kanunu Tasarısı” henüz yasallaşmamış olması sebebiyle sağlık personelinin hukuka aykırı kusurlu fiili; hukuki sorumluluk açısından, Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun; kamu hastanelerinde çalışanlar için TBK ile birlikte İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun; bu fiilin aynı zamanda ceza yasalarında tanımlanan bir suçun unsurlarını içermesi durumunda, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) uygulanmasını gerektirmektedir. Diğer bir ifade ile, hatalı tıbbi müdahale çeşitli hukuk disiplinler açısından aşağıdaki sorumluluklara yol açmaktadır:
1. Borçlar hukuku bakımından tazminat sorumluluğuna,
2. Ceza hukuku bakımından cezai sorumluluğa,
3. Kamuda çalışan hekimlerin hukuka aykırı fiilleri bakımından idari sorumluluğa,
4. Hekimlik mesleğini yerine getirenler bakımından Tabip Odalarının uyguladığı disiplin sorumluluğuna yol açmaktadır.
Hatalı tıbbi uygulamada bulunan sağlık personelinin kamu ya da özel bir sağlık kuruluşunda veya bağımsız çalışması, hukuki sorumluluğun tarafları, hukuki sebebi ve mahkemenin görev itibariyle yetkisi gibi bir takım farklılık arz etmektedir.
Bu yazımızda, hasta ile hekim/ özel sağlık kuruluşu arasında tazminat talebiyle açılan tıbbi malpraktis davaları üzerinde durulacaktır. Tıbbi malpraktis davalarının hukuki sebebi; sözleşmeye aykırılık, haksız fiil veya vekaletsiz iş görme olabilir. Yeni Borçlar Kanunu’nun 60. maddesini hasta-hekim ilişkisi açısından yorumlarsak; hekim/hastane işletenin sorumluluğu, hem sözleşmeye aykırılık hem de haksız fiil sorumluluğuna dayandırılabiliyorsa, hakim, hasta aksini istemiş olmadıkça veya kanunda aksi öngörülmedikçe, hastaya en iyi giderim (tazminat) imkanı sağlayan sorumluluk sebebine göre karar verir. Haksız fiil sorumluluğu ile akdi sorumluluk; zamanaşımı, ispat yükü gibi konularda farklı düzenlenmiştir.
Tıbbi malpraktis davası sözleşmenin ihlalinden dolayı açıldığında, sırası ile sözleşmenin tarafları, sözleşmenin hukuki niteliği, tarafların sözleşmeden kaynaklanan yükümlülükleri ve hukuka aykırılık şartları açısından incelenmelidir.
Bağımsız çalışan hekim ile hasta arasında kurulan tedavi sözleşmesi Yargıtay tarafından vekalet sözleşmesine dahil edilmektedir. Buna karşılık belirli bir sonucun garanti edildiği örneğin estetik cerrahide veya dış protez uygulamalarında hekim-hasta ilişkisi eser sözleşmesine dahil edilmektedir. Hasta, sağlık hizmeti almak amacıyla doğrudan bir özel sağlık kuruluşuna başvurmakta ise, hastaneye kabul sözleşmesi akdedilmektedir; hastane işleticisi hastaya barındırma, yedirip içirme, diğer bakım ve hizmetleri üstlenmektedir. Tedavi edimi ise, hastaneye kabul sözleşmesinin çeşidine göre bazen sadece hastane işleticisine (hekimin ifa yardımcısı olduğu hekimlik sözleşmesi olmaksızın hastaneye tam kabul sözleşmesi), bazen hastanede istihdam edilen hekime (bölünmüş hastaneye kabul sözleşmesi), bazen de her ikisine birden (hekimlik sözleşmesi ilaveli hastaneye tam kabul sözleşmesi) ait olabilir. Türk hukukunda, hastaneye kabul sözleşmesi; tıbbi tedavi bakımından vekalet sözleşmesi, hastane bakımı bakımından hizmet sözleşmesi, barındırma bakımından kira veya otelcilik sözleşmesi, yedirip içirme bakımından satım sözleşmesinin unsurlarını içeren “karma sözleşme” olduğu kabul edilmektedir.
Dergimizin bir sonraki sayısında üzerinde ayrıntılı olarak duracağımız idari sorumlulukta, kamu hastaneleri ile hastalar arasında akdi bir ilişki kurulmaz; kamusal ilişki kurulur. Bu sebepledir ki; hasta, kamu hastanesinde gerçekleşen tıbbi müdahaleden dolayı zarara uğrar ise, müdahalede bulunan memur hekim veya hemşire aleyhine değil, kurum (dolayısıyla Sağlık Bakanlığı) aleyhine tazminat davası açmalıdır.
Tıbbi müdahalenin hukuka uygunluk şartları içerisinde; tıbbi müdahalenin bir sağlık personeli tarafından icra edilmesi, hastanın aydınlatılmış rızasının alınması ve tıbbi müdahalenin tıp biliminin verilerine göre zorunlu (endikasyon) ve bu verilere uygun yapılması yer almaktadır. Diğer taraftan, hekimin tedavi sözleşmesinden kaynaklanan yükümlülükleri arasında; özen yükümlülüğü, kişisel edim yükümlülüğü, öykü alma yükümlülüğü, muayene yükümlülüğü, teşhis yükümlülüğü, tedavi yükümlülüğü, reçete yazma yükümlülüğü, kayıt tutma yükümlülüğü, sır saklama yükümlülüğü, mesleki bilgisini geliştirme yükümlülüğü bulunmaktadır.
Tedavi sözleşmesinin hukuka uygunluğu açısından ilk incelenmesi gereken husus, tıbbi müdahalenin bir hekim tarafından gerçekleştirilmesi gereğidir. Yabancı-vatandaş ayırımı yapılmaksızın, hekimlik mesleğinin icrası için, tıp fakültesinden diploma sahibi olmak, bu diplomaların geçerli olabilmesi için Sağlık Bakanlığı tarafından tasdik ve tescil edilmiş olması lazımdır. Yabancı ülkelerdeki tıp fakültelerinden mezun olanların, diplomalarının muadeletinin alınması şart koşulmuştur (Tababet Kanunu). Türkiye’de mesleklerini özel sağlık kuruluşlarında icra etmek isteyen yabancı hekimlerin çalışma usul ve esasları bakımından “Yabancı Sağlık Meslek Mensuplarının Türkiye’de Özel Sağlık Kuruluşlarında Çalışma Usul ve Esaslarına Dair Yönetmelik” dikkate alınmalıdır.
Sağlık personelinin sözleşmeye aykırılıktan dolayı sorumluluğunun oluşması için beş şartın gerçekleşmesi gerekmektedir: 1. Geçerli bir tedavi/ hastaneye kabul sözleşmesinin olmaması, 2. Hekimin, üstlenmiş olduğu işi sözleşmeye uygun bir şekilde yapmamış olması (sözleşmenin ihlali), 3. Sağlık personelinin kusuru, 4. Hastanın zarara uğraması, 5. Zarar ile sözleşmenin ihlali arasında sebep-sonuç ilişkisinin (illiyet) bulunması.
Serbest çalışan hekimin haksız fiil sorumluluğu için gerekli şartlar akdi sorumluluğun şartları ile benzemektedir. Hekimin haksız fiil sorumluluğu için, 1. Hekim tıbbi müdahalede bulunmalı veya böyle bir görevi varken kaçınması gerekmektedir (icrai hareket/ihmali hareket), 2. Bu fiil hukuka aykırı olmalı, 3. Sağlık personeli kusurlu olmalı, 4. Hukuka aykırı ve kusurlu tıbbi müdahale sonucunda hasta maddi veya manevi zarara uğramalı, 5. Hastanın uğradığı zarar, hekimin fiili sonucu meydana gelmiş olmalıdır.
Özel sağlık kuruluşu ile hasta arasındaki hukuksal sorumluluk, vekaletsiz iş görmeden dolayı da doğabilir (örneğin tıbbi müdahaleye ilişkin irade beyanında bulunamayan acilden giriş yapan hasta veya ameliyat esnasında komplikasyona bağlı yeni bir müdahalede bulunması). Sorumluluk, vekaletsiz iş görme hükümlerine göre değerlendirilmektedir.
Tıbbi malpraktis davasında hekimin hukuka aykırı davrandığı ispat edilirse, esas itibariyle belirli bir miktar maddi ve/veya manevi tazminat ödemeye hükmedilir. Davanın sözleşmeye aykırılıktan dolayı veya haksız fiilden dolayı açılmış olması, tazminat hesaplanmasında önemli bir fark doğurmaz. Hekim ile hasta arasında tedavi sözleşmesi bulunduğu durumda, tazminat alacağı beş yıllık zamanaşımına tabidir (BK m. 147). Hasta ile hekim arasında bir sözleşme bulunmadığı durumlarda, zamanaşımı süresi iki yıldır (BK m. 72). Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça her dava 10 yıllık zamanaşımına tabidir (BK m. 146).