Geçen sayıda Halblech’den geçip Steingaden’deki Wieskirche’ye şöyle bir bakmıştık. Ve şimdi bıraktığımız yerden devam ediyoruz; tarihin, kültürün ve doğal güzelliklerin iç içe geçtiği yolumuza…
Dominikan Manastırı “Kloster Steingaden” ile kilise “Wieskirche”; yani Steingaden’in UNESCO Dünya Mirası listesinde adını geçiren yapılarının tarih, Welf Dükü VI. Herzog ile ve 1147’de kurulmuş vakıfla başlıyor.
İsterseniz, 1176’daki kutsamadan; bugün önemli bir haç manastırı-kilisesi olmasına değin tüm evreleri, bina kompleksinde ve müzede görebilirsiniz. Steingaden’in etkin bir dini merkez olmasına karşın 1800’lü yılların başında yerel yönetimin laikleştiği süreçte bu kompleks ciddi anlamda ihmal edilse de; restorasyon evrelerinde bu açık güzelce kapatılmış.
Ve özellikle sanat tarihine meraklı iseniz Rococo, Gotik ve hatta Barok etkileriyle içindeki heykeller, tablolar ve ahşap-taş oymacılığının çok özgün örnekleriyle duvar–tavan süslemeleri uzun bir tarihsel periyoda rehberlik edecek sizin için. Bahçesi de meditasyon ve organik üretim hedefli labirent gibi tasarlanmış; hem çiftlik hem bahçe kullanımlı. Wildsteig ve Rottenbuch için yola düşmeden önce burada biraz soluklanmak isteyeceksiniz.
Bu aşamada bir şeyler atıştırmak ve içmek isterseniz yol üzerinde daha keyifli mekanlara rastlayacaksınız. Yerleşkeler birbirlerine çok yakın olduğu için alternatiflerinizi de arttırabilirsiniz. Aynı şey konaklama mekanları ile ilgili de geçerli. Her bütçeye göre yer bulabileceğiniz bir “Romantische Straße konaklama rehberi” edinirseniz herhangi bir otelden ya da merkez danışma bürolarından, yol programınızı da daha esnek tutabilirsiniz.
Wildsteig de, Rottenbuch’a giderken sadece yolumuzun üzerinde olduğu için uğradığımız ve ne iyi etmişiz de uğramışız dediğimiz bir yer. Merkezde bir çeşmesi ve soğan kuleli St. Jakob (St. James) Parish Kilisesi (Sıva çalışmaları muhteşem), Kirchberg ve altındaki yolları, parkı ve insanları ile çok sıcak geldi bize. 1110 yılından kalan bir belgede ilk kez adı geçiyor buranın. Rottenbuch manastırın Wildsteig’deki kısmı ‘Hofmark’ ‑ki şimdi “kampüs” diyoruz bu bölümlemelere- için yazılı tarih 1073’lere kadar gidiyor. Müzik festivaline denk gelirseniz; yöresel kıyafetleri ve yöresel müziği ile şehir bandosu oldukça eğlenceli. Şanslıysanız ya da biraz sabrederseniz caz da dinleyebilirsiniz belki…
1000’li yıllara dayanan tarihi ile Rottenbuch’a doğru yolumuza devam edebiliriz artık. Passau Piskoposu’nun emri ile Bavyera Dükü “Welf” Ben Augustinerinnen’in 1073 yılında hem inziva hem eğitim için bir manastır yaptırmasıyla hareketleniyor burada hayat (Former Augustinian Monastery.) Ben Augustiner’in birasını tercih etsem de, bu merkezi; hem işlevsel hem görsel anlamda takdir etmemek elde değil. Saray, eski manastırın eczanesi, yaşlılar ve bakımevi… Şimdi eski manastır Regens-Wagner Vakfı’nın Tıp Eğitim Enstitüsü. Başlangıçtan bugüne de vakıf olarak işletilmiş bu çok yönlü manastır. Çocuklara ücretsiz eğitim verirken – ki eğitim kalitesinden hala bahsedilir – özellikle eczanesi ve tıbbi destek bölümleri ödeme güçlüğü olanlara ucuz ya da bedava ama ödeyebilecek güçte olanlardan ciddi karşılıklar alarak; yine de eşit hizmet sunuyorlarmış burada. Sekülerleşme sürecini (Kilise aidatlarının kaldırılması ya da verginin yön değiştirmesi) kolay atlatmış, çok etkilenmemiş olması da belki bu yüzdendir.
Ancak binalar ve dökümantasyanlar için aynı şeyi söylemek pek mümkün değil, tarihin dayattığı savaşlar ve yangınlar yüzünden. Mariae Geburt, Mariae Geburt Rottenbuch Parish Kilisesi de manastırın restorasyonlarla da olsa bugüne gelebilen yüzü. 1085 ile 1125 yılları arasında Romanesk tarzda inşa edilmiş. 1262 ve 1322’de yangınlarla tahrip olurken 1471’de de kulesi çökmüş. Sekiz nefli olarak Gotik tarzda tekrar yapılsa da Otuz Yıl Savaşları, talanlardan sonra da yavaş yavaş biraz Barok biraz Rokoko etkili restorasyonlarla yaklaşık bugünkü halini almış. Hemen yanda, 1708’de yapılmış olan şapel ise neredeyse aslını koruyor. Özetle; birçok sanatçının eserlerinin bulunduğu bu kilise, Hippo St. Augustine’in yaşamından kesitler sunduğu duvar resimleriyle olduğu kadar tarihi ile de inanılmaz etkileyici.
Buradan ayrılmazdan önce, yerleşkenin küçük restoranında yöresel lezzetler tadabilir ve Echelsbach Köprüsü’ne bir göz atıp muhteşem doğanın tadını çıkarabilirsiniz. Pfaffenwinkel bölgesinde Romalı’ların “işte buraya yerleşelim” dedikleri yere; 100’lü yıllara dayanan geçmişiyle Peiting’e gitmezden önce…Nasılsa yollardayız ve bilgiyi keyifle harmanlayalım biraz.
Bir Roma yerleşkesi ve askeri karargah burası. Terkedilmiş zaman içinde ve çok bir şey kalmamış eskilerden. Banyolarıyla bir Roma evi var. Ama tamamı ortaya çıkarılmamıştı biz gezdiğimiz zaman buraları.
Schneider Lorenz Ette; Peiting alanında bir tuğla tapınak inşa ediyor ve kalp hastalıklarını iyileştirici gücü olduğu hakkında yayılan haberler ile bir haç kilisesine dönüşmesi sağlanıyor buranın.. Haç turizminin uğrak noktalarından biri yani.
“Üç Müneccim” hikayesi, şapel inşaatı ve köylü savaşı hem köyün fiziki yapısını hem genel duruşunu belirliyor; Wallfahrtskirche Maria Egg ya da Maria Unter der Egg; nasıl çevirmeli bilmiyorum; ama hadi “Maria Yumurta Haç Kilisesi” diyelim, 1645 yılında başlanan bina özellikle şapelin uzun süren inşası yüzünden 1658 yılında tamamlanabiliyor. Hemen altta bir mezarlık buluntusundan bahsediliyor. Veba salgınından ölenler için toplu mezarlık diyorlar ama yazılı bir belgeye ulaşamadım ben. Bu yok demek değil tabii ki. Neyse… 1737’de fiziki olarak (Artan haç talepleri yüzünden yeterli gelmiyormuş), 1848’de de daha fazla efsanelerle büyütülmüş bu kilise.
Bir diğeri St. Michael Parish Kilisesi; 11. yüzyıl sonu-12. yüzyıl başı ve diğeri de Birkland St. Anna Parish Church: Barok Köy Kilisesi… Ve bu kiliseler; çoğu zaman birbirine girmiş, birbirine düşman olmuş.
Bu savaşlardan sıkıldıysanız Schongau’ya doğru çevirin bence yüzünüzü. İyi korunmuş bir Ortaçağ kasabasına. Kendinizi sokaklarına atabileceğiniz, sokağı ve sokaktakini yaşayabileceğiniz, kale surlarında dolaşabileceğiniz küçük bir yerleşke burası. 1750’de inşa edilmiş St Mary adına bir Parish Kilisesi ‑ki ana fresk üzerinde kutsal ruhun insan olarak tasvir edildiği savı var- , 1220 tarihli St Michael Bazilikası da dini yapılardan.
Bu küçücük yerlerde bu kadar çok dini bina olması normal. Kiliselerin halkı etkilediği, halkın kiliseleri büyüttüğü dindar bir bölge Pfaffenwinkel. Kelime anlamı da sanırım “Papazların Köşesi”.
1000’li yıllarda başlıyor bu küçük şehrin serüveni. 11. yüzyılda da şehrin sınırlarıyla biraz oynamışlar ya da yerleşim alanı biraz kaydırılmış. 1300’lerin başında para aktarımı-sikke hakkı verilerek özel bir ayrıcalık tanınınca şehre; ticarette gelişimi ve tam bir ticaret merkezi konumuna geldiğini görüyoruz ve konumunu koruyup güçlenerek kendini biçimliyor, geliştiriyor yerleşke. Şimdi bu değerli sikke koleksiyonundan örnekleri şehir müzesinde görebilirsiniz, görmelisiniz de.
Artık üçü kullanılsa da 5 kapısı ve 15 kulesiyle ‑ki sanırım kulelerinde 5’i kullanılıyor- şehri koruyan sağlam surlar; yapıldığı zamandan bu yana işlevini iyi yapmış görünüyor. Hangi kapıdan girerseniz girin, şehir sizi sarıp sarmalayacak. Şehrin keyfini çıkarttıktan sonra Hohenfurch ve Landsberg am Lech’e doğru yola çıkmalı ve hatta belki orada ya da civarında konaklamalı.
“Öngördüğümüz” üzere yazı dizisine dönüşecek sanki bu güzergah ve anlaşılıyor ki bir sonraki sayıda da Romantische Straße’de devam edeceğiz yolumuza…
Bu yol üzerindekilerin bazı yerleşimler bir süre sonra benzer görünse de; herbiri kendi ezgisini söyleyecek size .. Dinlerseniz eğer.
Yolumuz hep açık olsun.