
PSİKİYATRİ / ARALIK 2015
Kognitif ve Davranış Terapileri Derneği 4’üncü Ulusal Kongresi yapıldı. Kongrenin düzenleme kurulu başkanı, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Sungur ile kognitif ve davranış terapisinin psikiyatri içinde günden güne artan yerini konuştuk. Sungur, İngiltere’de ciddi bir devlet politikası halinde davranış terapisti yetiştirilerek psikiyatrik harcamaların nasıl azaltıldığını anlattı.
Kognitif ve davranış terapileri neden önemli?
Bilimi bilim yapan kullanılan tekniklerin kanıt değerinin olmasıdır. Biz bu tedavileri halka uyguladığımız zaman aldığımız sonuçlar öyle yüz güldürücü ki, bilimsel bir zemini olduğu görülüyor. Terapi yapmak elbette aynı zamanda bir beceri, sanat işi. Depresyon ve fobiler, obsesyon, panik, yaygın anksiyete bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğunu kapsayan kaygı bozukluklarında ilaçlardan etkinliği net olarak gösterilmiş tek terapi türü bu. Nüksleri önlemekte de en etkili tedavi yöntemi. Bunun nedeni, insanlara sorunla başa çıkma becerisini öğretmemiz. “Bir ilaç aldım, iyileştim” değil, “Bunu ben becerdim” duygusu kazanıyorlar. Bilgiler unutulur, beceriler kalır.
Bu kongrede İngiltere’de devlet politikası ile davranış terapilerinin nasıl desteklendiği de anlatılacak. Neler yapılıyor orada ve hangi kazanımlar elde ediliyor?
İngiltere’de her yıl 373 milyon pound bu terapistlerin yetiştirilmesi için harcanıyor. Terapistlerin yetiştirilmesi için harcanan para uzun vadede geri dönecek. Çünkü hasta için harcanan para ve dolaylı maliyetler söz konusu. Hastanın iş kaybı, performans kaybı gibi görülmeyen harcamalara da baktığınız zaman her hasta için yılda ortalama 600 pound gibi bir gelir sağlanıyor.
Maliyetler nasıl düşüyor?
İlacın lüzumsuz kullanımının önüne geçiliyor. Hasta ilaçtan kısmen fayda gördüğü zaman ilacı kesmek istemiyor. İlaçla iyileşen hastalarda da bir süre sonra tüm belirtilerin geri gelmesi söz konusu. Burada ise hasta sorunla nasıl başa çıkacağını öğrendiği için bazen hiç ilaç vermiyoruz, ilaçla birlikte kullandığımızda da ilaç kesildiğinde nüksler oluşmuyor.
Tedavi ne kadar sürüyor?
Bu tedaviler ortalama 8 ila 12 hafta arasında sürüyor. Kişilik bozuklukları söz konusu olduğunda bu süre uzayabiliyor. Hastaya göre de değişebiliyor, bazı insanlar hemen en derin yerden atlayabiliyor denize, bazısı önce ayağını sokuyor. Örneğin psikodinamik tedaviler, yıllarla ölçülen terapiler iken bu terapiler haftalarla ölçülüyor.
Başka hangi psikolojik sorunlarda kullanılabiliyor?
Yeme bozukluklarında da son derece etkili. Bunların dışında çift terapilerinde, cinsel tedavilerde, idrar kaçırma, okul fobisi gibi çocuk hastalıklarında kullanıyoruz. Derneğimiz şu anda çocuk psikiyatristi yetiştirme konusuna da el attı.
Bu tedavinin temel prensipleri nelerdir?
Kognitif terapide dikkatimizi hayatımızı belirleyen olaylara değil, bizim o olaylara verdiğimiz tepkiye yönlendiririz. Duyguları belirleyen olay değil, o olaya verdiğiniz anlamdır. Biri size selam vermediğinde, “Beni tanıdığı halde selam vermiyor” deyip öfke de duyabilirsiniz, “Bana bakıp görmediğine göre dalgın. Dalgın olduğuna göre bir sorunu olmalı” da diyebilirsiniz. İkinci durumda empati duygusu oluşur ve gidip yardım edip edemeyeceğinizi sorarsınız ve belki de hayat boyu sürecek bir dostluk başlamış olur. Dolayısıyla, duygularına dikkat et düşüncelerine dönüşür, düşüncelerine dikkat et davranışlarına dönüşür, davranışlarına dikkat et alışkanlıklarına dönüşür, alışkanlıklarına dikkat et karakterine dönüşür ve karakterine dikkat et kaderine dönüşür, diyoruz.
Kognitif terapi bir dünya görüşü. Aslında mantıklı düşünmek değil, esnek düşünebilmek. Yargıları askıya almak, yargısız bir dünyaya geçiş. Bu bizim kültürümüzde çok zor. Hep yargılıyız, hatta önyargılıyız. Oysa olayları olduğu gibi görmeli, akıl okuma yoluna gitmemeliyiz. İnsanlar olmayanı görmekten olanı görmeyi ihmal ediyor. Bizim toplumumuzun en önemli sorunlarından biri, kabul edememek. Kabul etmek boyun eğmek demek değildir, olayları olduğu gibi görmek demektir.
Kaygı bozukluğu mekanizmasını nasıl değerlendiriyor, hastalara nasıl yardımcı oluyorsunuz?
Kaygının en önemli özelliği, temel uyaranla orantısız bir tepkinin ortaya çıkmasıdır. Kaygı hastaları kaygı duydukları nesneleri gerçekte olduğundan daha abartılı bir tehdit olarak algılıyorlar: “Bedenimde çarpıntı olacak, çarpıntı olunca kalp krizi geçireceğim.” Hepimizin kalbi çarpıyor, kaç tanemiz ölüyoruz? Tehdit algısı yüksek olan insan tehdit olarak algılayacağı şeyleri taramaya başlar. Seçici bir algıyla tehditleri görüyorlar, onları gördükçe kaygıları artıyor. Tehdit olarak algıladıkları şeylerden uzak durmaya başlıyorlar. Buna kaçınma davranışı diyoruz. Kaçınmak mümkün değilse, sıkıntı arttığında kaçarlar. Kaçmak ve kaçınmak mümkün değilse o ortama gireceği zaman güvenlik tedbirleri alır. Halbuki kaçtıkça hayatınız küçülüyor, hayatınız küçüldükçe dar bir alanda yaşamaya başlıyorsunuz. Bize de o noktada, hayatları kilitlendiği zaman geliyorlar. Biz de “Bu strateji işe yarasaydı burada olmazdın, gel bu stratejiyi değiştirelim” diyoruz. Onlara bu stratejilerin yerine daha işlevsel olanları öğretiyoruz.
Depresyon…?
Çökkünlükte umutsuzluk ve çaresizlik var. Çaresizliği hepimiz hissederiz, depresyona dönüşmesi için bu çaresizliğin nedeninin kendimiz olduğuna inanmamız gerekir: “Çaresizlik benden kaynaklanıyor, çünkü ben yetersiz ve beceriksizin tekiyim. Bu dünya tehlikeli ve ben bu dünyanın gereksinimlerini karşılayabilecek becerilere sahip değilim.” Yine depresyon olabilmesi için bu düşüncenin yalnız şu an için değil gelecek için de geçerli olması lazım. İçinizde hep böyle olacağına dair bir düşüncenin gelişmesi gerekiyor. Yani çaresizliğin yanı sıra bir de umutsuzluk vardır. Bu duyguların pik yaptığı yerde hiçbir şeyin anlamı yoktur: “Ne yaparsam yapayım anlamı yok, çünkü ne yaparsam yapayım değiştiremeyeceğim.”
Prof. Dr. Mehmet Sungur kimdir?
1984 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı’nda uzmanlık öğrenciliğine başlamıştır. 1985 yılında Avrupa Konseyi bursiyeri olarak İngiltere’ye gitmiş ve Nottingham ve Londra’da “Toplum (Community) Psikiyatrisi” konusunda çalışmıştır. 1988 yılında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki görevine dönmüş ve 1990 yılında Psikiyatri Uzmanı, 1992 yılında Psikiyatri Doçenti ünvanını almıştır.
Doçentlik sonrasında çalışmalarını özellikle “Kognitif ve Davranış Terapileri”, “Cinsel İşlev Bozuklukları ve Cinsel Tedaviler”, “Evlilik Terapileri” ve “Kaygı Bozuklukları” konularında yoğunlaştırmış ve 1996 yılında Kognitif ve Davranış Terapileri Derneği’nin Kurucu Başkanlığını, 1998 yılında ise Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma Derneği’nin kurucu üyeliğini ve Türkiye Psikiyatri Derneği Kognitif-Davranışçı Psikoterapiler çalışma birimi’nin koordinatörlüğü görevlerini yapmıştır. Halen Kognitif ve Davranış Terapileri Derneği’nin başkanlığını ve Türkiye Psikiyatri Derneği Aile ve Çift Terapileri çalışma biriminin koordinatörlüğü görevlerini yürütmektedir.