Portekiz’in Lizbon’dan sonra ikinci büyük şehri PORTO, Antik bir liman kenti, kurgusal karakter Harry Potter’ın (J.K. Rovling seriyi yazmaya başladığında Porto’da yaşayan bir İngilizce öğretmeniydi ve 15. yy’da yine bu şehirde doğmuş olan Henry-the Navigator’un keşif gezilerinden ilham almıştı) doğum yeri olması, tarihi, estetik, mimari, görsel ve kültürel dokusu bir yana; Port Wine-Douro vadisinde üretilen şarapları ve kendine özgü mutfağı için bile gidilesi şehre, karizmatik bir Avrupalı’ya düşürüyoruz yolumuzu şimdi.Porto, Rio Douro Nehri’nin Atlantik Okyanusu’na döküldüğü deltaya yerleşmiş Portekiz’in Lizbon’dan sonra ikinci büyük şehri. Aslında biraz da sanayi ve ticaret merkezi.
Milattan önce 8. yy’da Fenikelilerin bu deltada bir üs, bir ticaret sitesi-yerleşkesi kurduklarını, M.Ö. 1. yy’da da Romalıların istilasını ve sonrasında bu yerleşkeye Portus (port-liman) adını verdiklerini arkeolejik kazılardan anlıyoruz. 5. yy’ın başlarında yönetim ve ticaret merkezi olarak önem kazanan şehir, sırasıyla Svablar, Vizigotlar, Normanlar ve Moors-Emevilerin saldırı ve yağmalarına hedefi olmaya başlamış, ta ki 11. yy. başında Kastilya krallığının bir parçası haline gelene kadar. 1374’te şehrin ve limanın yeni surlarla çevrilmesiyle de bir Orta Çağ şehir çekirdeğinin oluşmaya başladığını görüyoruz burada. Şehir daha sonra 15. yy’da keşif gezilerine dönüşü olmayan yatırımlar yapınca ekonomik darboğazı rahatlatmak için İngilizler ile 1703’de Methuen antlaşmasını imzayarak ticari bağlar kurdu. İngiliz girişimciler dev İngiliz pazarını beslemek üzere Duoro vadisindeki bağlara yatırım yaptılar ve Porto da bu dönemde bu şarapları ihraç eden liman olarak büyük karlar elde etti. Ve ancak zaman içinde İngiliz şirketlerinin patronlaşması üzerine halk Revolta dos Barrachos isyanı (Ayyaşlar Ayaklanmas) ile şirket merkezlerini yıkarak İngiliz tekeline son verse de bugün şehri gezerken karşımıza çıkan görkemli Barok yapıların ve şehrin biraz da İngiliz kokmasının temelleri işte bu zamanlardan.Buradan da çıkarımla görüyoruz ki Porto halkı her dönemde devrimci çizgisini korumuş ve özgürlüğü, bağımsızlığı için ödün değil hep savaşım vermiş. 1822’deki anayasanın tohumu 1820 başlarında Liberal devrimin doğum yeri olarak Porto’dur. Ve yine 1832’de MiguelI’in otokrosiyi yeniden kurma çabalarına uzun kuşatmada çok zarar görse de sonuna kadar direnen yine Porto halkıdır.
1910’da monarşinin devrilmesinde de, 1974’de Portekiz’in demokrasiye dönüşümünü sağlayan devrimde de en önemli rolü oynayan hep ve yine Porto, yani Porto halkıdır. Ve belki Porto benim için bu nedenle biraz daha özel ve biraz daha güzel. Belki bir Avrupalı gibi değil; biraz dağınık, biraz salaş, biraz düzensiz ama çok etkileyici.Bu kadar tarih bilgisi yeter diyerek, 1996’da Dünya Kültür Mirası kapsamına alınan şehri gezelim artık bence. Meydanları, kuleleri, müzeleri, işlevsel olduğu kadar görselliğe zenginlik katan binalarıyla, köprüleriyle, rengarek evleri, şirin kafe ve restoranlarıyla dolu şehrin caddelerine, dar sokaklarına dalalım ve şehrin ve şarabın keyfini çıkaralım hep birlikte.
Şehir farklı bölgelere ayrıldığı için biz bölümlemeyi kategorik yapacağız bu kez.Nehir üzerinde Rabelo (Barco Rabelo) denilen geleneksel tekneler ve Porto ile Vila Nova de Gaia’yı birbirlerine bağlayan I. Dom Luís Köprüsü (Ponte Dom Luís I) şehri gezerken
neredeyse her yerden size eşlik edecek. Porto ile Vila Nova de Gaia’yı birbirine bağlayan Douro Nehri üzerindeki bu köprünün kemer uzunlığu 172 metre. Yapıldığı dönemde kendi türünün dünyadaki en uzunu. 385.25 metre uzunluğundaki ve 3045 ton ağırlığındaki 2 katlı bu metal köprünün yapımına 1881’de başlanmış ve inşaat 5 yılda tamamlanmış.Şehirdeki binalara bir göz atalım öncelikle…Alfândega do Porto-Oporto gümrük binası yapay bir platformla eski iskele üzerine inşa edilmiş. Yapımına 1859 yılında başlanmış ve 1870’lerin başında tamamlanmış. Bugün kültürel etkinlikler için kullanılan bina 268 metre uzunluğunda.Poveiros Meydanı ve Sao Lazaro Bahçesi yakınlarındaki Biblioteca Pública-Belediye Halk Kütüphanesi’nin temelleri ise 1783’e kadar gidiyor. Önce Santo Antonio Manastırı iken 1836’da Güzel Sanatlar Okulu, Ulusal Müze, 1842’den sonra da kütüphane…
Gezerken binanın girişindeki XV. ve XVII. yy’dan kalma çinileri atlamayın.Majestik-Elite kafenin olduğu bina ve Town House yani Belediye Evi, ki kuzey saraylarına çok benzeyen ve Çan Kulesi ile de dikkat çeken etkili mimari örneklerden. Santa Catarina ve Fernandes Tomas köşesindeki Capela das Almas-Küçük Şapel ise yaşamın aktarılmasına adanmış gibi. Bir yanı kayaya dayalı, önü tamamen cam Casa das Artes-Sanat Evi ve bahçesi de yeni dönem mimari çalışmalardan.Casa de Serralves, Casa Museu Guerra Junqueiro, Casa Mourisca, Casa do Infante ve daha birçoğunu gezdiğinizde bu binaların hepsinin kendi farklı dönemlerinin mimarisini, dönem üslubunu olabilecek en titiz sunumla bugüne aktardığını göreceksiniz. Beni hepsi farklı bir şekilde ama çok etkiledi. Ve müzeler… Binaları kadar sunumlarıyla da fark yaratıyorlar. Porto Modern Sanatlar Müzesi ise favorim. Museu Romántico–Romantik Dönem Müzesi; Palacio de Cristal-Kristal Saray ve bahçelerinin arkasında. Basto ailesine ait bu eski ev 1800’lerin özelliklerini yansıtıyor. Kralların konuk evi ve birkaç ay da ismini hatırlamadığım bir hükümdarın sürgün mekanı olmuş. Casa-Oficina António Caneiro–Atölye Ev; şimdi müze olarak işlevsellik kazanan ressam António Carneiro’nun evi ve atölyesiymiş. Museu Nacional Soares dos Reis–Ulusal Müze ise sadece geçici sergilere değil, önemli koleksiyonlara da ev sahipliği yapıyor. Museu da Fundação Engenheiro António de Almeida, ki vakıf müzesi gibi; müzeye adı verilen sanatseverin bağış ve katkılarıyla dönemin yaşam kesitlerini aktarıyor bize, mobilyaları, resimleri, tekstil ve sikkelerle..
Museu Papel Fiduciário do yani Kağıt Müzesi ise 1796’dan bu yana ülkedeki kağıt paranın ve parasal dökümanların hikayesini anlatacak size. Konusundaki nadir, eşsiz örnekleri bulabilirsiniz eğer ilgi alanınızda ise. Ve Tramvay Müzesi. 1895’ten beri Oporto’da dolaşan tramvaylar koleksiyonunu sunuyor bize. Casa Cabido do-Cabido evinde de Katedral hazineleri ilginizi çekebilir.Yapımı 3. yy’da başlayan Katedral Se ve görmeden olmazsa olmaz San Francisco Katedrali’nden sonra, şehre soluk ve zenginlik katan bahçelere ve meydanlara da düşürün yolunuzu. Bunca farklı üslubu harmanlayan binalardan sonra bahçeleri ve bazı meydanları Porto’nun yine de en sakin yüzü gibi. Yazarlar Ramalho Urtigão ve Antero de Quental’ın ebedi ikametgahı ve 1866’da düello meydanı olan Jardin de Arca D & Akut; Água Bahçesi, Botanik Bahçesi, Boavista, Carregal, Cordoaria, Passeio Alegre, Kristal Palas, Serralves ve Sao Lazaro bahçeleri hemen akla gelenler. Küçük bir bahçe ve içindeki anıtı ile Carlos Alberto Meydanı nispeten yeni bir meydan. Ferreira Borges Pazarı ve hemen altında, yine içinde popüler heykeliyle Infante Meydanı… Özgürlük Meydanı, ki beni en çok etkileyen etrafındaki binalarıyla burası oldu. Romantik bir bahçesi, iki şelalesi ve emeklilerin buluşup oyunlar oynadığı, çocuklar için bir kütüphanesi olan 1882’den beri halkın hizmetindeki Pömbal meydanı ya da parkı da enteresan. Ve etrafında küçük saraylar, küçük bahçesiyle Cumhuriyet Meydanı… Ve açık kapalı alışveriş alanları…Hangi meydana, hangi binaya, hangi bahçeye ya da açık pazara giderseniz gidin; mutlaka nehir kenarı boyunca sıralanan şarap üretim merkezlerinde, evlerinde, mahzenlerinde molalar verin kendinize. Benim zamanımı şehirden çok buralar almıştı. Ve sakın 1906’dan beri hizmet veren Lello kitapçısına uğramayı da unutmayın..
Yolunuz hep açık olsun.