Diyorum ki; gezimizi biraz da tatil moduna çekelim. Geçmişin izlerini ararken Akdeniz’in geceleri, denizi, yemekleri de eşlik etsin bize bu kez. Askeri bir üs, bir dönem Vatikan’ın karargahı, neredeyse bir ada olan yarımada, sahili ve Hamilcar Barca yani Hannibal’in, Tapınak Şovalyelerinin efsaneleriyle de öyküleşen güzel bir Akdenizliye gidiyoruz şimdi. Gezmeye ve yüzmeye.. Peñíscola’ya…
Kartacalılar, Yunanlılar, Romalılar, Fenikeliler, Araplar ve Bizanslıların tarihini, kültürünü biçimleyen, zenginleştiren, antik çağlardan beri varlığını sürdüren Kastilya’ya bağlı bu şirin İspanyol kasabası, Costa del Azahar (Azahar) sahilinde. Konumunun yanı sıra kuşatılması ve zaptedilmesi zor kalenin doğal koşulları, tatlı su kaynaklarınının bol olması ve topografik yapısı daha da çekici yapmış burayı tarihi boyunca. Petxina ya da De Fora diye adlandırılan doğal su kaynağı, bahar aylarında sular iyice yükselince denize doğru sürekli akmasıyla ve 1678 yılında II. Philip tarafından yaptırılan kitabesi ile de dikkate değer, ki bu birçok çeşme ve kaynaktan sadece biri.
“Valencia’nın Cebelitarık’ı”, “Denizdeki Şehir” Peñíscola’yı tanımlayan yakıştırmalardan sadece bazıları. 67 metre yüksekliğindeki kayalık bir burun üzerine inşa edilmiş deniz feneri, mustahkem bir liman, surlar, kale ve dar sokakları, sevimli küçük evleri, dükkanları, restoranlarıyla her zaman capcanlı eski yerleşim karaya dar bir yolla, şeritle bağlı. Aslında kara dediğimiz de muazzam bir kumsal ve hemen arkasında yeni yerleşim merkezi. Burası Müzik ve Film Festivaline evsahipliği yapmasının yanı sıra film yapımcılarının da gözdesi olmuş hep.
Dar sokaklarından yukarı, kaleye doğru yürürken yarımadaya hakim olan tüm uygarlıkların mimari etkisini görüyoruz binalarda. 718’den (1225’te başlayan kuşatma ve saldırılar sonucu anlaşma ile devredilir) 1233 yılına kadar Müslüman egemenliği altındaki şehri Arap coğrafyacılar Banáskula veya “Baniskula” (Zaptedilemeyen) diye adlandırmışlar notlarında. Yeni Hıristiyan yerleşimcilerle de hem mimari hem ekonomik konsolidasyonla refah düzeyinde yeni bir başlangıç yapmış şehir. Bu yüzdendir ki biraz Arap, biraz romanesk biraz erken gotik.
Ertafı çevreleyen düzgün kesme taş surlar ve kale ise burada yaşayan Arapların bıraktıkları yıkıntılar üzerine 1294–1307 yılları arasında Tapınak Şovalyeleri tarafından sipariş üzerine bir manastır da eklenerek inşa edilmiş. 14. yüzyıl başlarına kadar garnizon olarak kullanılmaya devam edilen kale, 1411 yılında Papalığın içindeki çekişmeler ve konseylerinin Papayı görevden alması sürecinde Papa Luna’nın (Benedict XIII) maiyetiyle birlikte buraya sığınması ve burayı bir dönem Papalık merkezi-sarayına dönüştürmesiyle daha bir evrensel değer kazanmış. Gezerken sizin de dikkatinizi çekecektir; bu dönemde kaleye eklenen kapılar, odalar, geçitler, kilisedeki düzenlemeler, şapel, bazilika ve kütüphane bina kompleksini daha bir görkemli kılmış sanki.
Unutmadan ekleyelim; giriş için çeşitli zamanlarda yapılmış üç kapı var. Santa Maria kapısı aynı addaki meydana açılıyor. Diğerleri ise, kentin ana girişi sayılan Portal Fosc yani karanlık kapı ve Papa Luna tarafından yaptırılan Santa Pere…
Papanın sırtını kaleye dayamış uzun ve yaklaşık 7 tonu bulan bronz heykeli de hantal görüntüye rağmen detaylarda oldukça estetik. Sergio Blanco and Sergio Mocedades’in birlikte çalıştıkları bu heykelin nerede, hangi şehirde yapıldığını bilmiyorum, ancak ölümünden sonra buraya taşınmış.
1725 ve 1739’daki ekler ile özellikle tavan, sivri tonozlar, sonrasında diğer mimari katkılarla ve tabii denizcilik müzesi ile de hayli küçük ama etkileyici bir kompleks burası.
Geceleri dar sokaklara yayılmış restoran, kafe ve yemeye içmeye dair her şeyle katkı sunacak keyfinize, gün içinde de kum deniz ve güneşiyle. Yani yerleşkenin tamamı, gecesi de gündüzü de farklı güzel.
Bu arada can sıkıcı olan; kumsal muazzam ama deniz ve kumsal bir yolla ayrılmış binalardan. Ve ön sıra otellerle örülmüş duvar gibi. Bir arkada evler ve hemen sonrasında da sebze-meyve bahçelerinin olduğu geniş tarım alanları var. Turizmin zamanında yanlış algılanmasıyla heba olmuş yani o canım güzel sahil. Tek affedilir tarafı burası da dahil tüm sahillerin ülke politikası gereği halkın malı olması ve serbestçe kullanılabilmeleri. Yani hiç bir otelin ya da klübün “ÖZEL” plajı-kumsalı yok. Krallığın olan toprak ve işletmeler hala mevcut diye de belirteyim ama.
Keyfiniz bol, yolunuz hep açık olsun.