Sadece siyasi tarihi ile değil, sanat, kültür, ticaret, mimari anlamda da kurulduğu günden bu güne insana ve insanlığa dair önemli izler bırakan şehir.
Hitler’in çok sevdiği, ama savaş sonunda kendisinin de partisinin de yargılandığı şehir…
Müttefik Hava Kuvvetleri tarafından 2 Ocak 1945 tarihinde yaklaşık yüzde 90’ı yerle bir edilen ama savaştan sonraki 20 yıl içinde hızlı bir restorasyon – renövasyonla yeniden hayat bulup eski görkemine kavuşan Nürnberg’e düşürüyoruz yolumuzu bu ay. Kendi tarihini yazarken, hukukta da tarih yazan şehre..
Sigena adında bir kölenin serbest bırakılması için imzalanmış 16 Temmuz 1050 tarihli bir belgenin şehrin kuruluşuna başlangıç kabul edilmesi enteresan gelmişti bana. ‘Noremberc’ yani kayalık dağ adı. Ve daha ilk ziyaretimde; bu şehirle ilgili “iyiye ödül, kötüye ceza” algısı oluşmuştu bende. Belki her yeni seçilen Alman kralın diyet ödemesi ve kendini göstermesi için buraya atanması, başarılı olanların taçlandırılması, yani en başından beri sanki bu şehir yargı misyonunu üstlenmiş gibi.
Büyük Roma-Germen İmparatorluğunun merkezlerinden ve 15. yy’ın sonları ile 16. yy’ın başlarında altın çağını yaşayan bu yerleşke; Roma İmparatorluğu zamanında da İmparatorluğun hazine sandığı görevi üstlenmiş. İlk Alman demiryolu hattının 1835 yılında Nürnberg ve Fürth arasında açılması; bugün Bavyera eyaletinin ikinci büyük kenti olan bu şehirdeki sanayi ve ticaretin geçmişten bugüne boyutları hakkında bize net bilgi veriyor. Sanata ve sanatçıya da özen gösteren, Albrecht Dürer’in de doğup yaşadığı, tablolarını yaptığı şehir anlaşılıyor ki her daim ticaret ve sanat merkezi. Şehrin sadece Dürer’e değil birçok dünya ünlüsüne ev sahipliği yaptığını görüyoruz. Veit Stoß , Willibald Pirckheimer, Johannes Regiomontanus gibi sanatçı, astronom bilimadamı ve hümanistler ilk akla gelenler… Nikolas Kopernik’in astronomi ve trigonometri teorileri 1543’te burada kitaplaştırılmış, biliyor muydunuz?
Daha önce, 1300’lü yıllarda da Yahudiler ile ilgili pek iç açıcı olaylar yaşanmamış olsa da şehrin alnındaki asıl kara leke kuşkusuz Hitler. Nasyonal Sosyalistlere, Nazi parti mitinglerine ev sahipliği yaptığı ve Hitlerin ırkçı politikalarını çıkardığı yasalarla uygulamaya koyduğu, partinin beslenip büyüdüğü ilk yer burası. Savaştan sonra Nazi rejiminin burada, “NÜRNBERG MAHKEMELERİ”nde yargılanması, caddelerinden birine “İNSAN HAKLARI CADDESİ” adının verilmesi, “İNSANİ ONUR” anıtı, Ulusal Parti Kongre alanında açılan Naziler ve katliamları ile ilgili “DÖKÜMANTASYON MERKEZİ” ve 1995’ten bu yana kent konseyi tarafından düzenlenen; insan haklarına katkı sağlayanlara verilen “İNSAN HAKLARI ÖDÜLÜ” bu kara lekeyi biraz hafifletir mi bilemem ama yaşanan acıları silmesi imkansız bence. Yine de geçmişiyle hesaplaşması, 1935’ten 2. Dünya Savaşı sonuna kadar yaşanan insan hakları ihlalleri ve insanlık suçları ile yüzleşip bunları yargılaması ve bu dönemi mahkum etmesi tesellimiz olacak.
Zaten bildiklerinizi hatırlatmaktı amaç ama biraz uzattık galiba. Neyse… Artık yüzümüzü şehre dönelim mi?
Nürnberg’in aslında iki Altstadt’ı “merkez”i var ve ikisi de bulunduğu bölgedeki kiliselerin isimleri ile anılıyor. Sebalder ve Lorenzer.
13. yy’dan kalma temellerin üzerinde yükselen, şehre doku zenginliği, ihtişam katan surların kuzeyindeki kapısı Tiergärtnertor’dan ‑Seyis Kapısı diyelim- (Dönemin Vikontunun yabani hayvan besleme barınağına verilen ad) girersek; St Sebald kilisesinden adını alan Altstadt’ta, eski şehirde bulacaksınız kendinizi. Ve ilk karşınıza çıkan meydan, girdiğiniz kapıdan adını alan Tiergärtnertorplatz. Sur duvarları gölgesinde küçük dükkanlar ve kafeler iç içe. Burada dolanırken 16. yy’da yaşamış olan sanatçı Durer’in yarı ahşap evi ilk karşımıza çıkacaklardan. Dürer kuzey ve güney yarımkürenin yıldız haritaları üzerine çalışmalarını 1515’te bu evde yapmış. İçerisinde kendi çalışmalarından ve resimlerinden röprodüksiyonlar ve geçici sergiler sunulan ev 1828’den bu yana müze. İlk Alman sanatçı müzesi olarak tarihe geçmiş.
Bugün modern sanatlara geçici sergiler için evsahipliği yapan alandaki diğer enteresan bina Plattner Hans Grünwald’ın savaş malzemeleri üretmek için yaptırdığı Pilatushaus. 1489’da inşa edilen bu geç dönem Gotik ev, heykeltıraş Veit Wirsberger de aralarında olmak üzere çok kez el değiştirmiş. 1931’den bu yana şehre ait.
Şimdi belki bir kahve molası sonrası kale yolu üzerinden kaleye ve müzesine doğru gidebiliriz. St. Pitoresk Sebald Kilisesinden yolumuza devam edersek yol üzerinde bugün kent müzesi olarak işlev sunan Fembo; Geç Rönesans dönemi tüccar evine de uğrayarak yolumuza devam edebiliriz. Kaiserburg, İçinde barındırdığı birkaç binadan oluşan ve zaman içinde birleştirilen sarayla Ortaçağın en önemli imparatorluk kalelerinden. Tam bir Ortaçağlı, Ortaçağ mirası. Şimdi burası Kutsal Roma-Alman İmparatorluğu ve sonrası tarihi süreci aktaran sürekli sergi alanı. Geçici sergiler için de ara salonları olan bir müze. Yer altı geçitleri özelikle etkileyici. Geçmişin tiyatrovari sergilenişi, Ortaçağ dansları eşliğinde kale yaşamından kesitler görmek istiyorsanız gezi tarihinizi ve biletinizi önceden ayarlamalısınız. Turunuzu tamamladığınızda öndeki terasa inerseniz sizi muhteşem bir şehir manzarası karşılayacak. Kalesiyle, sarayıyla, kulesiyle, panoramik manzarasıyla buranın biraz keyfini çıkarın derim. Ve eğer dinlendiyseniz hep meydanlara açılan daracık yollar bizi bekliyor.
Hemen saraya cepheli Belediye Meydanı ile biraz sessiz Sebald Meydanı arasında tarihin diğer bir tanığı, içerisinde 8. yy münzevisi St. Sebald’ın mezarının ve org dahil inanılmaz zengin ekipmanın bulunduğu, taş işçiliğinin ve vitray düzenlemelerinin insanın başını döndürdüğü St Sebalt Kilisesindeyiz. Kentin en eski ilk Evangelist Lutheran kiliselerinden. Çok kez tahrip olup onarılmış, çok kez reformist düzenlemelere odak olmuş, hem fiziki hem ruhani anlamda tarihi zengin bir yapı. İlgilenenlerin ayrıca araştırması gerekecek. Atlamayın sakın.
Biz hemen başka bir meydana ve binaya geçiyoruz.
Egidien meydanı, adını meydandaki ortaçağ kilisesinden alıyor; St. Egidien. 12. yy’da inşa edilen 3 nefli bazilikası ile manastır kiliselerinden. Tonozlu Şapeli Grabmal von Adam Kraft ve birçok aristokratın mezarı aynı zamanda. Bir yangında neredeyse tamamı tahrip olan yapı 1711’de ve sonra kalıntılar üzerine 1718’de tadilat görüyor. 2. Dünya Savaşında dış duvarları hasar alıyor ve çatısı çöküyor. 1945’te ise yine yanıyor. 1959’un 8 Mart’ında artık eski görkemi ile karşımızda. Restorasyon süreçleri ile detaylar da aslında şehrin siyasi tarihi ile de ilintili. Boş bir zamanınızda araştırın derim ilgiliz dahilinde ise ama biz bence yolumuza devam edelim ve bir köşesinde dilek- güzellik çeşmesi, yanda Berlin duvarının küçük bir kopyası gibi olan anıt ile yaklaşık 5000 m² açık alanı kaplayan Haupmarkt Ana Meydana gelelim. 12. yy’da Pegnitz nehrinin bataklık bir alanıymış bu açık alan. Sanırım buraya sürülen Yahudiler dönem içerisinde ıslah etmişler. Bunu bilince; NSDAP’nin geçit törenleri için bu alanın kullanılması oldukça ironik geldi bana. Neyse… Siz meydanın ve standlerın tadını çıkarın. Ya da belki bir mola daha… Kahve yada bira ya da ne isterseniz… Ama öncesinde 1400 m²’lik alanı kaplayan dünyanın en ünlü oyuncak müzesine de bir göz atmak isterseniz hemen Charles Caddesi üzerinde 13–15 numarada. Bina için rastlanan ilk dökümantasyon; 1517 yılında William Haller adındaki yaşlı bir aristokratın evi olarak kayıtlı olduğu. İlki 1611’de olmak üzere pek çok kez el değiştirmiş. Merkezi bir avlu etrafına edilmiş galerilere sahip. Antik çağlardan günümüze oyuncak ve oyuncak sanayi için geniş bir perspektif sunuyor. Ben çocukluğuma dönmek ya da çocukken sahip olamadıklarıma hayıflanmak arasında bir duygu ile ayrılmıştım buradan. Sizlerin ne hissettiğini bilmek isterdim…
Kendi gerçeğimize dönelim ve şehrin gerçekten estetik detayları sayılan köprülere bakalım. Pegnitz nehri üzerinde iki köprü var. Henkersteg’in tam yapım yılını bilmiyorum ama büyük selde onarılmayacak kadar zarar gören eski köprünün yıkıntıları üzerine 1595 yılında inşa adilmiş. Ahşap kirişleri, çinileri ve çatısı ile doğayla bütünleşmiş gibi. Diğer ikinci köprü 1457’de inşası tamamlanan Maxbruecke. Taşlardan imal edildiği için Steinerne Bruecke yani “taş köprü” diye de anılıyor. Ve her ikisinden de manzara çok etkileyici!
Şehrin biraz güneyine geçtiğimizde Lorenzer merkezi-Altstadt ve Lorenzkirche – St Lorenz Kilisesinin olduğu bölge biraz farklı bir karakteristiğe sahip. Ortaçağın yanı sıra modern mimari de gözlemleniyor burada. Yaya bölgesinde kiliseyi, şehrin en iyi korunmuş kule evlerinden Nassau evini, güney surlarına dayanmış küçük esnaf işletmelerinin olduğu ve cam işçiliğine hayran kaldığım pazarı içinize sindirerek dolaşın. Ulusal müzeyi mutlaka ziyaret edin öncesinde ya da sonrasında ama ister burada, ister nehir kenarında yemeklerin, bira çeşitlerinin ve mutlaka tatlıların hakkını vermeden şehirden ayrılmayın.
Küçük bir not daha, eğer zamanınız varsa mutlaka Fürth’e de düşürün yolunuzu.
Yolunuz hep açık olsun..