GEZİ / KASIM 2015
Yolumuzu bu kez oldukça yakınlara; hemen yanıbaşımızdaki komşuya düşürüyoruz. Tarihimizin, kültürümüzün ve coğrafyamızın kesiştiği Bulgaristan’a. KuzeyBatı komşumuza..
Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısındaki tarih, doğa ve doğallığın çemberinde küçücük bir sahil kasabası NESSEBAR.
Tabii bu sizin nereye ve nasıl baktığınızla ilintili olsa da ben gördüğümde gördüklerime inanamadım bu kasabada. Sıradan bir bakışın birkaç saatte tatmin olacağı bu yerde ben daha fazla zamanım olamadığı için hayıflandım. Tarihi ve doğayı seviyorsanız burayı siz de bence çok seveceksiniz. Avrupa’daki en eski yerleşkelerden Nessebar. Ve 1983 yılından bu yana UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bu müze şehir.
Aslında Eski ve Yeni Nessebar diye ikiye ayrılmış şehir. Yeni Nessebar anakarada ve muhteşem sahilleri ile tatilcilerin gözdesi. Bizim gözdemiz ise Eski Nessebar; adaşehir.. Eski şehir..
Şu an bir yarımada görünümünde olsa da aslında kıyıya çok yakın bir ada üzerinde kurulmuş ilk yerleşke. Zaman içinde adanın neredeyse üçte biri sular altında kalmış. Geriye kalanlarsa deniz doldurularak yaklaşık 300 metrelik bir yolla bağlanmış anakaraya.

Bu yarımada; ilk çağlarda Messambria, ortaçağın sonlarında Messemvria ve sonrasında Nessebar olarak adlandırılmış oldukça eski bir yerleşim bölgesi. Ve ben; böylesi eski bir yerleşkenin tarihine kısa da olsa bir gözatmalıyız diye düşünüyorum gezmeye başlamazdan önce.
Kaynaklardan aldığımız bilgiye göre 3000 yıl önce, tunç çağı sonunda başlıyor burada ilk yerleşim. Ve buradaki ilk yerleşik grup ise Traklar. Efsanevi kurucuları Melsa’nın isminden yola çıkarak Melsa’nın diyarı anlamındaki Melsambria diye adlandırıyorlar burayı. Yani ilk ismi buradan geliyor yerleşkenin.
Sonra; Milattan önce 6. yüzyılda Yunan kolonilerini görüyoruz bu topraklarda. Ve bu dönemde hem ticari hem mimari hem de kültürel alanda birden bire kendini geliştirmeye başlıyor yerleşke. Karadaniz, Ege ve Akdenize hakim olan bir ticaret ağı kurulması, çok iyi ticari bağlantılar yapılması ve bugün bile eski gemi kalıntılarına rastlanan biri kuzeydeki diğeri güneydeki 2 limana sahip olmasının katkısı çok olmuş bu gelişmeye. Milattan önce 440 yılında kendi adlarına para birimi kullanmaya başlamaları ve yine milattan önce 2. yüzyılda da ilk altın sikke basımı burada dönen ticaretin boyutları hakkında bize iyi bir fikir veriyor. Tarihsel sürecine baktığımızda aslında başlangıçtan bu güne hep önemli bir merkez olmuş burası.
Daha sonra; milattan önce 72 yılında Roma’lıların işgalini “ki hiç direniş görmeden teslim almışlar Romalılar burayı” Milattan sonra 1. yüzyılda da Roma İmparatorluğunun önemli merkezlerinden biri olduğunu görüyoruz buranın. Ve ama adı artık Messemvria olsa da ticaret tüm hızı ile devam ederken, bir bölümü yenilenen bir bölümü yeni yapılan kale duvarları, yönetim binaları ile şehir görsel olarak da daha da zenginleşmiş bu dönemde.
Bulgarların burayı ilk fethedişi ve topraklarına katışı 812’de ve yerleşkenin adı da artık Nessebar. Slavlar, Bulgarlar’ın hakimiyeti Bizans egemenliği ile yaklaşık 40 yıl kesintiye uğramış olsa da 1304 yılında Çar Todor Svetoslav tarafından tekrar Bulgar hakimiyetinde. Bulgar, Bizans, Kont Amedeo di Savoya şövalyeleri derken 1396 yılında Osmanlı Türkleri tarafından işgal ediliyor burası ve 1453 yılında da Konstantinapolis ile birlikte Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası haline geliyor Nessebar. İşte bu dönemde ve sonrasında hem ticaretin hem de kültürün ciddi bir duraklamaya girdiğini görüyoruz burada.
Ortak geçmişimizin başladığı bu tarihten sonraki süreci hepimiz az çok biliyoruz diyerek biz artık şehrimize dönelim yüzümüzü.
Nessebar; savaşlar depremler işgaller, yağmalardan kurtarabildiklerini restorasyon ve renövasyon çalışmalarıyla 3 küsür bin yıllık geçmişini günümüze taşıyan kücücük bir sahil kasabası gerçekten. Bu çalışmaların çoğunlukla pek usulüne uygun olmaması ve gelir yetersizliğinin her aşamada etkili olması biraz yürek burksa da değerini hiç de azaltmıyor buranın. Yaşadığı her devrin ve üzerinden geçen her kültürün mirasını taşıyor gibi.
Anakaradan adaya bağlanan yolla merkeze yani eski şehre girince hemen sağınızda Arkeoloji Müzesini göreceksiniz. Belki şehirden önce müzeyi gezmek şehre bakışınızı daha da derinleştirebilir. Her dönemden buluntuların sergilendiği küçük ama görülesi bir müze burası. Şehirdeki bir diğer müze ise Etnografya Müzesi. O biraz daha ileride. Yarımadayı çepeçevre dolaşan bir sahil yolu, içeride ise neredeyse labirent gibi birbirini kesen kaldırım taşlı dar sokakları ile 300 metre genişliğinde ve 850 metre uzunluğunda bir yer burası başı sonu. Aslında tamamı da müze buranın. Bu nedenledir ki yol tariflerini bir kenara bırakıp neler var buralarda görülecek, onlara bir gözatalım.
Tabii ilk dikkatimizi çeken kiliseler oluyor. Şimdi çoğu yok olsa da tarihinin başlangıcından beri bu küçücük kaya parçasının üzerinde kırktan fazla kilise-şapel yapılmış olması din faktörünün her dönemde ve yaşamın her alanında burada çok etkin olduğunu düşündürüyor bana. Bu dini mabetler, daha doğrusu bugüne devşirilebilenleri şöyle inşa yılı sırasıyla bir görelim. Böylece mimari unsurlardaki farklılıkları da daha iyi algılayabiliriz.
Ayasofya (Eski Piskoposluk) “Stara Mitropoliya” kilisesi 5. yüzyılın ortalarında inşaa edilmiş. Eleusa Kutsal Ana Bazilikası da hemen 50 yıl sonra. St Stephen ya da Yeni Piskoposluk (Nova Mitropoliya) Kilisesi ise 11. yüzyılda yapılmış olsa da 16. ve 18. yüzyıldaki restorasyonlarla gelmiş bugünkü görünümüne. Yani ilk üslubundan çok farklı. Aziz Theodore Kilisesi, Aziz Paraskevi Kilisesi, Kutsal Melekler “Mikail ve Cebrail” Kilisesi, Pantokrator İsa Kilisesi, Aziz John Aliturgetos Kilisesi 13. ve 14. yüzyıldan ve yine restorasyonlarla günümüze kadar gelebilmiş kutsal mekanları Nessebar’lıların. Ama daha bitmedi. 17. yüzyıldan Aziz Spas Kilisesi ve Aziz Clement Kilisesi. Ve bir tane daha.. 19. yüzyıldan Kutsal Bakire Kilisesi. Herhangi birini yada birilerini de atlamış olmam muhtemel olsa da; bu daracık alanda nasılsa önünüze çıkacaktır bir şekilde. Bu arada bana sorarsanız; Pantokrator İsa ve Aziz John kiliseleri hem mimari hem donanım hem aktarım tarihi olarak en etkileyicileri bence. The church of Saint Sofia; yani Ayasofya kilisesine de haksızlık etmeyelim ama. Ne de olsa döneminin Katedrali.
Ve yine dolaşırken 5. yüzyıldan kalan Bizans surları, çeşme, Roma ve Türk hamamları da hem tarihi hem mimari bir yolculuk yaptıracak size. Bulgar Revival dönemi ile Karadeniz tarzı ahşap evler, binalar da bu bölgenin kendine has dokusunu, kokusunu aktaracak. Keyfini çıkarın bence.
Belki bir ara bağlantı yolundan karşıya, Yeni Nessebar’a geçip o ünlü plajında ve altın kumunda yorgunluk atmak isteyebilirsiniz ya da Güney parkına göz atmak isteyebilirsiniz. 3. yüzyıldan kalma antik mezarları ve doğası ile zaman ayırdığınıza değebilir.
Yollarımız hep açık olsun..