Prof. Dr. Nil MOLINAS MANDEL
Medikal Onkoloji Bölüm Başkanı
Amerikan Hastanesi
Kanser, kontrolsüz şekildeki anormal hücrelerin artışı ve bu hücrelerin yer değiştirmesi ile kendisi gösteren bir hastalıktır. Kadınlarda en sık görülen kanser türü, meme kanseridir. Kadınlardaki meme kanserine yol açan risk faktörleri arasında, ailede birinci derecedeki yakınlarında meme kanseri bulunması ve erken yaşta adet görmek, ileri yaşta adetten kesilmek (geç menopoz), aşırı kilo almak, menopozda kontrolsüz hormon kullanmak gibi hormonal faktörler sayılabilir. Birinci derecede akraba deyince anne, kızı ve kızkardeşi akla gelmelidir. Genetik meme kanserlerine yaklaşık %10–15 oranında rastlanmaktadır. BRCA1 ve BRCA2 genleri, kalıtımsal meme/yumurtalık kanseri sendromundan sorumlu genlerdir. Kalıtımsal ya da ailevi meme kanseri tanımlamasında, aile içinde çok sayıda kadında meme ve/veya yumurtalık kanseri görülmesi, genellikle 20’li ve 30’lu yaşlarda hastalığın ortaya çıkması ve iki taraflı meme kanseri hastalarının varlığı dikkati çekmektedir. Bu tanımlamaya uyan, çok yüksek genetik risk taşıyan hanımlara, doğumlarını tamamladıktan sonra koruyucu amaçlı yumurtalıkların alınması ve yine koruyucu amaçlı iki memenin içlerinin boşaltılması (cilt ve meme başını koruyucu mastektomi) önerilebilir.
40 Yaşında Mamografi
Meme kanserinin erken tanınması, şifa şansını artırmaktadır. Meme kanseri için tarama mammografisi çekilmesine 40 yaşından itibaren başlanmaktadır. Düzenli mamografi çektiren kişilerde, bu yöntem ile, daha memede kitle belirmeden önce kanser tanısı konulabilmektedir. Yüksek riskli hastalarda, mamografiye ek olarak meme ultrasonografisi ve magnetik rezonans (MR) ile görüntüleme önerilmektedir. Daha yeni olarak “tomosentez” ile görüntüleme yöntemi kullanıma girmiştir. Bu yöntemde, memeden tomografi gibi ince kesitler alınmaktadır. Klinik çalışma sonuçlarına göre, lezyonun görünürlüğü artmakta, sınır değerlendirilmesi kolaylaşmakta, tarama için geri çağırma ve yakın takip oranı azalmakta, lezyon lokalizasyonu daha iyi yapılmaktadır. İstanbul’da birkaç merkezde kullanılmakta olan bu görüntüleme yöntemi ile erken tanı olanakları artmaktadır.
Mamografi çekildiğinde, bazen “mikrokalsifikasyon” adı verilen minik kireçlenmekle odakları görülebilmektedir. Bu odaklar, erken bir meme kanserinin habercisi olabilmekte ve bu odaklardan görüntüleme eşliğinde biyopsi alınabilmektedir. Biyopsiler, genellikle ultrasonografi eşliğinde alınmakla beraber, gelişmiş MR teknolojisi ile de, yalnız MR ile saptanan lezyonlardan da biyopsi alınabilmektedir.
Bazen de, elle muayenede fark edilemeyen bu küçük odaklar, telle veya radyoaktif madde ile işaretlenerek, cerrahi girişimle çıkartılmaktadır. Telle işaretlendiğinde birkaç saat içinde, radyoaktif madde ile işaretlendiğinde ise bir gün içinde cerrahi işlemin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Biyopsi sonucuna göre, kanser olduğu gözlenen lezyonlar, daha geniş olarak çıkartılmakta ve bu arada koltuk altı lenf bezleri de kontrol edilmektedir.
Meme Cerrahisinde Gelişmeler
Günümüzde, bazı özel durumlar dışında, memenin yalnızca sınırlı bir bölümü çıkartılmakta ve koltuk altına da eskisi kadar geniş bir girişim yapılmamaktadır.
Bu amaçla, “sentinel lenf nodu biyopsisi’’ denilen bir yöntem kullanılmaktadır. Bu yöntemde, memedeki kanserli bölgeye, özel bir mavi boya veya radyoaktif bir madde enjekte edilerek, bu boyanın veya radyoaktif maddenin koltuk altına yayılması ve boyadığı lenf bezlerinin (sentinel lenf nodu) çıkartılarak incelenmesi esastır. Eğer bu lenf bezlerinde kanser hücresine rastlanmazsa, koltuk altına ek girişim yapılmasına gerek kalmamaktadır. Böylece, kolda şişme gibi bir istenmeyen bir soruna olanak tanınmamaktadır. Ancak, kanser hücrelerinin lenf bezlerine geçtiği saptanan olgularda, ikinci bir operasyonla bu lenf bezlerinin tümünün temizlenmesi, yani aksillar küraj yapılması gerekmektedir.
Bazen de tümör oldukça büyük olabilir veya meme başında içeri çekilmeye, meme cildinde şekil ve renk değişikliğine, iltihabi belirtilere yol açabilir. Bu durumda, cerrahi girişim öncesinde kemoterapi uygulanarak, tümör küçültülür ve cilt değişiklikleri düzeltilir ve daha sonra cerrahiye verilir. Geçtiğimiz yıl içinde, bu hasta grubunda oldukça başarılı tedavi sonuçları açıklandı. Özellikle, yüksek riskli HER2 onkogen ekspresyonu taşıyan hastalarda, hedefli tedaviler (trastuzumab, pertuzumab, lapatinib gibi) eşliğinde yapılan uygulamalarla tümörün tamamen gerileyebileceği gösterildi. Hormona duyarlı tümörlerde, hastanın yaşı ve mevcut diğer hastalıkları dikkate alınarak, bu tümör küçültme işlemi, hormon tedavisi ile uygulanabilir.
Ancak, hastalık başka organlara sıçramışsa, bir başka deyişle metastaz yapmışsa, cerrahi uygulamadan vazgeçilerek, sistemik tedavi ve gerektiğinde de radyoterapi uygulanması önerilir. Yani, hastalığın tanı anındaki bölgesel yaygınlığı (meme ve koltuk altı) ve diğer organlara yayılım durumu dikkate alınarak tedavi şekli belirlenmektedir. Bu yaygınlık durumunu, hastalığın evrelendirilmesi şeklinde tanımlamaktayız.