Dünya siyasetini, tarihini etkileyen üç din; Yahudilik, Hıristiyanlık, İslam için kutsal mekanlar bütünü ve bu üç kültürün iç içe geçerek ama gerçekte hiç kaynaşmayarak bir arada varolma hikayesi gibi geldi bana Kudüs.
Savaşların gölgesinde devingen ve zorlu, kutsal öykünmeleriyle çok renkli, bütün olarak da insanı zenginleştiren bir deneyim bu topraklarda gözlem yapmak. İnançlar doğrultusunda Kudüs’ü ziyaret etmek tabii ki bir başka olgu, ancak bütüne bakmak için yola çıktığınızda biraz ürkütücü ve ama çok tarihsel bir sarmalın içerisinde bulacaksınız kendinizi. Ve burayla ilgili en doğru tanımı da kendi izlenimlerinizden yaptığınız çıkarımlarda bulacaksınız. Öncelikle şehrin tarihine hızlıca bir göz atalım biz her zamanki gibi ve tabii bu çok eski topraklardaki hayata…
M.Ö. 4500’e (Kalkolitik dönem) kadar gidiyor eldeki arkeolojik verilerle burada hayatın başlangıcı. İlk yerleşim için 3500’lü, toplu yaşama geçiş 2500’lü ve ilk korunma amaçlı yerleşkeyi çevreleyen surlar içerisinde yaşamı da Milattan Önce 1800’lü yıllara dayandırıyor yine aynı kaynaklar. Ve ilk kez M.Ö. 19. Y.y’lara ait Mısır belgelerinde bu yerleşkeden bahsediliyor, yani bu tarihlerde başlıyor yazılı tarihi Kudüs’ün. Ancak Amarna mektuplarında ilk kez bir isim (Urusalim) kullanılarak geçiyor belgelere. Buradaki yerleşke ve sonrasında görüyoruz ki, her dönemde gerek istilacıların gerekse inançların ya da komşu yerleşkelerin verdiği farklı adlarla isim zengini olmuş Kudüs. Sadece Yahudi literatüründe 70 isim ile anıldığını öğrenince ben vazgeçtim isimlerinin köklerine bakmaktan. Yine de bu konu sizin ilginizi çekiyorsa Midrash Tehillim’i kaynaklarınızdan biri olarak kullanabilirsiniz.
M.Ö. 1200 yılına, Kenan ülkesi topraklarına katılana kadar küçük bir topluluk buradaki yerleşke. Bazı İslam tarihçileri bu topluluğun Amalika kavmi olduğunu iddia etseler de bu konuda elde net veri yok ve ancak M.Ö. 1200’den sonra herkes birleşiyor, bütün kaynaklarda Yebusi’ler (en büyük tanrıları-göktanrısı- salem-şalem olan Kenaniler) olarak adlandırılıyor burada yaşayanlar. Sonrasında İsrailoğullarının vadedilmiş topraklara doğru serüveni ile kesişiyor Kudüs’ün tarihi. Davud’un şehri alışına ve Kudüs’ü Başkent yapışına yani M.Ö. 1000 yılına kadar yine de Yebusi’lerin idaresindedir kent. İlk Musevi tapınağının inşaası ve düzenin yeni yeni oluşturulmasının üzerinden çok geçmemişken; Yahuda ve Simeon kabilelerinin saldırıları ve M.Ö. 700’lü yılların başında Asurların, 586’da Babil iktidarının istilaları ile şehir her defasında yakılıp yıkılıyor, yağmalanıyor, Musevilerin çoğu da sürgün ediliyor bu dönemlerde. Ancak Kudüs, Pers imparatorluğunun kontrolüne geçince, yani M.Ö. 539 yılında şehre dönebiliyor Yahudiler ve inançları için tapınaklar yaparak yaklaşık 200 yıl kadar sükunet içinde yaşıyorlar, Büyük İskender ile tanışana kadar. Yani M.Ö. 332’de Yunan istilası ve Yunan Kültürü ile Helenistik devri başlıyor Kudüs’ün. Ancak Büyük İskender’in ölümüyle önce Mısırlı Ptolemaioslar ve hemen sonrasında Seleucid – Selevkoslar hakim olmuşlar buraya. Hemen arkasından M.Ö. 141’den 37’ye kadar Hasmonean Hanedanlığı, yine bu dönem içinde Roma Generali Pompey’in, 40 yılında da Part’ların Kudüs’ü işgalini görüyoruz. Büyük Herod’un 37’de şehre girmesi ile M.Ö. 37’den M.S. 70’e Herodiyen dönemi ve yeni iç ayaklanmalar dönemi başlıyor şehrin. M.S. 70’den 324’e Romalıların, 324’den 638’e Bizanslıların ve Halife Ömer’in 638 yılında şehri alması (kuşatarak ama savaşmadan-anlaşma koşulları ile şehrin teslimi) ile birinci evre İslam devletinin toprağı oluyor şehir 1099’a kadar. Bu evrede Emevi ve Abbasi hanedanlığı yönetimde etkin oluyor sırasıyla haçlı seferlerine kadar.
İlk sefer ile haçlıların eline geçiyor şehir 1099’dan 1178’e kadar. Salahaddin’in fethi ile başlayan Eyyübi dönemi, arada Haçlıların tekrar fethi, sonrasında, 1256’da Memluklularla, 1517’de Osmanlı İmparatorluğu ile yazılmaya davam ediyor tarihi. Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlılar’dan geri alınıyor şehir İngilizler tarafından. 1917’de İngiliz mandası hakimiyeti 1948’de İsrai devletinin kurulmasına kadar ve hatta sonrasında da dolaylı olarak bir dönem devam ediyor. Hemen bu yılda İsrail
ve Ürdün arasında yapılan bir anlaşma ile ikiye ayrılan şehir 1967’de tekrar birleştirilerek İsrail’in topraklarına katılıyor. Ve zaten yakın tarihi hepimiz biliyoruz. Artık İsrail’in, İsrail için; sayılan ya da sayılmayan başşehri (yabancı ülke elçilikleri hala Tel-Aviv’de).
Eski Şehir, Doğu Kudüs (Araplar’ın yaşadığı bölge) ve Yeni Şehir yani Batı Kudüs (Yeni modern Yahudi yerleşim bölgesi ve başkent bürokrasi dinamiklerinin merkezi) diye üç bölgeye ayrılmış; Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ve Ermenilerin radikal referanslar ve silahlı korumalarla kendi bölgelerine sıkışıp bir aradaymış gibi yaşamaya çalıştığı bir kent burası. Böylesi dar alana sıkışmış radikal öğretileri kültürel zenginlik olarak değerlendirip eşsiz olarak niteleyebiliriz, ya da sıcak veya soğuk sürekli savaşın içinde bir yaşam olarak da algılayabiliriz. Örneğin Müslüman bölgesine başka din mensuplarının girmesi yasak. Dolayısıyla kutsal mekanlarına da. Gece Ermeni bölgesinden dönerken savaşa girecekmişçesine silahlı polis noktasında beni neredeyse içeri almayacaklardı başım açık diye ve Müslümanlığım sorgulandı. Sanki “coğrafya kaderdir” sözü özellikle bu topraklar için söylenmiş…
Ve şimdi biz bu eski, yorgun kente kendi gözümüzle bakalım, kaderinin tüm bu süreçte bize aktarabildiklerini anlamaya çalışalım artık. Hemen belirtelim; kadınların başörtüsü ve uzun etek, elbise gibi bir giyeceğe ihtiyacı var, özellikle Mescid‑i Aksa için. Herhangi bir pantolon, uzun kollu kapalı bir bluz ve başörtüsü yetmiyor yani. Eski Şehre girmeden önce; belki Kubbet-üs Sahra’nın altın kubbesi ile panaromik bir bakış sunan Zeytindağı’na ‑Cebel-ez Zeytun- çıkmalısınız öncelikle. 3 din için de kutsal bir tepe burası.
Museviler; bekledikleri Mesih’in Zeytindağı üzerinden Kudüs’e ineceğine ve kıyamet gününde tüm Yahudi halkını kurtaracağına inanırlar. Ve bu yüzdendir ki dağın eteklerindeki Yahudi mezarlığı belki de dünyanın en pahalı son ikametgahı. Eğer burada yatanların defin mirasından pay almak isterseniz sol elinizle herhangi bir mezara küçük bir taş koymalıymışsınız. Benden söylemesi…
Hıristiyanlık için ise çok daha önemli bu dağ. Neredeyse dinin temelinde rol oynuyor. Hz. İsa’ya peygamberlik görevinin Zeytindağı’nda verilmesinin yanı sıra çarmıhta biten son yolculuğunun da başlangıç yeri burası. Ve yine göğe buradan yükseldiğine inanılıyor Mesih’in. Tepeden inerken; sağınızda Kremlin mimari üslubu ve 7 altın kubbesiyle Meryem Ana Kilisesi’ni göreceksiniz. Çar 3 Aleksander tarafından 1888 yılında yaptırılmış. Yolun devamında ve neredeyse dağın bitiminde de Gethsemane Bahçesi ile Tüm Milletler Kilisesi çıkacak karşınıza. “İsanın tutuklanarak son yolculuğuna başladığı yer”… Bu nedenledir ki bu dağ ya da tepe Hıristiyanlık için çok daha kutsal.
İslamı referans aldığımızdaysa; bütün Kudüs seferlerinde hep önemli nirengi noktalarından ve Sır’at Köprüsü’nün Zeytindağı ile Kidron Vadisi arasında kurulacağından bahsedilir.. Ne kadar önemli bilmiyorum ama İslam’ın Mecdelli Meryem’i yani Rabia’nın ve “sahabi” Selman‑ı Farisi’nin küçük bir türbedesi var dağın eteklerinde. Dağdan iner ve Eski Şehire girmeden hemen önce Kudüs Arkeolojik Parkı da görmek isteyeceğiniz bir alan olabilir. Kazılar hala devam ediyor ve büyük bir olasılıkla uzun bir süre daha devam edecek gibi görünüyor burada. Ancak bu ziyaret için engel değil. Daha fazlasını Eski Şehir’de bulacaksınız tabii ki. Her dönemde inşa edilen, yıkılan, onarılan, tekrar yıkılıp yeniden yapılan, şehri çevreleyen surlar; sekiz kapı ile açılıyor Eski Şehire ve siz biri hariç hepsinden kullanabilirsiniz.
Zeytindağı’na bakan en yakın kapı; gelecek olan Mesih’in Kudüs’e bu kapıdan gireceğine ve halkını kurtaracağına inanılan Golden Gate-Altın Kapı; en ünlülerinden. Kanuni Sultan Süleyman zamanında örülmüş, tamamen kapatılmış. Güney duvarı üzerinde Osmanlı döneminden önce yapılmış ve ismini üç kemerinden alan Triple Gate. Yine Güney kapısı girişi ve ama kapalı olan Double Gate-Çift Kapı. Güney duvarı girişi boyunca ve yine Osmanlılardan önce inşa edilmiş, ama yine kapatılmış olan Single Gate-Tek Kapı. Bu kapı Tapınak Dağı’nın altına, Süleyman’ın Ahırları olarak bilinen alana açılıyormuş (Bu üçlü, ikili, tekli kapılar ana kapılar listesine girmiyor aslında).
Bir diğer önemli kapı, yine 1538’de Kanuni Sultan Süleyman’ın surları onarırken yaptırdığı, Arapların Babu’l‑Halil veya Hebron diye adlandırdıkları Yafa Kapısı. Alman İmparatoru 2. Wilhelm’in arabası kapıdan geçmeyince kapı Osmanlılar tarafından yanlardan yıkılarak genişletilmiş 1898’de. “Hicaz Demiryolu, komisyonlar filan…” Oyuncak olmaya başlamışız yani yavaş yavaş. Ve 1917’de İngiliz general; yine bu kapıdan girmiş şehri teslim almak için. Bir merkezi (yüksek mevkili kişilerin kullandığı) ve iki yan (halkın kullandığı) geçişi olan, en işlek ve görkemli kapılarından Damascus Gate – Şam (Nablus) Kapısı da şehrin Kuzey duvarında. Hıristiyan bölgesine açılan New Gate-Yeni Kapı; II. Abdülhamid’in izniyle inşa edilmiş olup kentin kuzeybatı köşesinde. Yahudi ve Ermeni mahallelerine açılan, geçidin üzerindeki taşlarda mermi darbelerini göreceğiniz Zion Gate–Zion Kapısı 1967’deki çatışmalarda İsrail Savunma Gücü tarafından kullanılan ana kapılardan biriymiş. Tapınak Dağı’na en yakın konumda ve Güney duvarı boyunca uzanan Dung Gate-Gübre Kapısı ise adını 2. Y.y’dan beri şehrin çöplerinin çıkarıldığı kapı olduğu için bu ismi almış. Kuzey duvarı boyunca Müslüman mahallesine giriş için kullanılan Herod’un Kapısı – (Çiçekler). Ve Doğu duvarındaki Via Dolorosa’ya giden yola açılan Lions’ Gate-Aslanlar Kapısı. Kapının üzerindeki dört aslan figüründen alıyor adını. Kapılardan herhangi birinden Eski Şehir’e girdiğinizde yüzlerce kutsal mekan arasına sıkışmış yaşam alanlarını birbirine bağlayan daracık sokaklarda yönünüzü kaybetmeniz çok olası. Bu nedenle eğer rehberiniz yoksa bir haritaya ihtiyacınız olacak ve sadece yürüyerek dolaşabilirsiniz burada. Belirlenmiş bir güzergah ve zamanlama kutsal mekanlara giriş için gerekli.
Tapınak Dağı ile başlayacak, özellikle de Mescid‑i Aksa’ya girecekseniz; kadınlar için not, yanınızda uzun ve bol bir etek bulundurun, pantolonla içeri giremezsiniz. Alana girdiğinizde iki ana yapı ve 19. Y.y’dan bir şadırvan göreceksiniz. Binalardan biri; kutsal taş üzerindeki kubbe, Kubbet-üs Sahra; Hz. Süleyman mabedinin bulunduğu, taşın da o mabetten kalma olduğu ve ayrıca Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etmek istediği yer olduğuna inandıkları için Yahudilerin, Hz. Muhammed’in Miraç’a yükselirken üzerine bastığı taş olduğuna inandıkları için de Müslümanların kutsalı. Yapılış amacı ile ilgili birkaç gerekçe ortaya konsa da; her iki din mensuplarını memnun etmek ve kutsal sayılan taşı koruma altına almak için Emevi Halife Abdülmelik bin Mervan tarafından 691 yılında yaptırıldığı en akla yatkın olanı. Kutsal taşın kuzey-güney çapı 18 m., doğu-batı çapı 13,5 m. “yerden” en yüksek yeri 2 m., en alçak yeri yerden 1,25 metre yüksekliğinde ve kayanın altındaki oyuk bugün mescid olarak kullanılıyor. Altın kubbesi, sekizkenar mimarisi ve dönem iktidarlarının kendi kültürleri üslubunda ve farklı malzemelerle “özellikle süsleme alanında” katkıları, ‑enteresan- bir eser çıkarmış ortaya.
Diğer bina da Mescid‑i Aksa. Aynı avlu içerisindeki Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid‑i Aksa’nın ‑Kıble camisi- ilk yapım zamanı ile ilgili bilgiler çelişkili. Yine de birçok kaynak gösteriyor ki; buradaki ilk mabedin yapımı Hz. Davut ile başlamış, oğlu Hz. Süleyman tarafından tamamlanmış (M.Ö. 800’lerden bahsediyoruz iyi ihtimalle) ve çok değerli hazinelerle donatılmış. Yıkım, yağmalamalar ve bazen de depremlerle varolduğu şehrin kaderini paylaşmış çoğunlukl
a bu kutsal yer. En büyüğü M.Ö. 586’da Babil Hükümdarı II. Buhtunnasr’ın ‑Kudüs’ü üçüncü- işgali sırasında gerçekleşmiş ve hem şehir hem bu mabed neredeyse yerle bir edilmiş. Son tahribat da 1969’da fanatik bir Yahudi’nin çıkardığı yangın. Efsanevi ahşap mimber yanmış bu yangında. Yıkımlar, yapımlar, küçültüp büyütmelerle günümüze kadar gelen yapının altında eski bir ibadethane var. Ve çok büyük de bir kütüphaneye sahip. Bunlara ancak özel bir izinle girilebiliyor. Özetle Mescid‑i Aksa ve Kubbet-üs Sahra aynı avludadırlar ve birlikte Harem‑i Şerif olarak adlandırılıyorlar. Bu alan tümüyle ve genelde ibadethane ve medrese olarak kullanılmış olsa da, süreçte farklı kullanımlarına da rastlıyoruz. Örneğin; Roma iktidarında iken halkın çöplük olarak kullandığı yermiş burası. İlk haçlı seferinde ise Kubbet-üs Sahra kiliseye, diğer ibadethaneler ahıra çevirilmiş. Mescidin yakınında da bir çarmıh kurulup çokça kullanmışlar. Ayrıca; Ebu Hamid el-Gazali’nin büyük eserini ‑İhya’u Ulum’id- din- yazdığı yer de burasıymış. Mescitde eski odasının olduğu yeri görebilirsiniz.
Dedik ya iç içe geşmiş gibi yaşam diye; bu kutsal alanın diğer tarafı da diğer bir kutsal bir alan, Western Wall–Ağlama Duvarı-Ha-Kotel Ha-Ma’aravi (Batı Duvarı). Yahudilerin en kutsal mekanı. Duvarın eski mabetden, Hz. Süleyman’ın mabedinden kaldığına inanılıyor ve hem geçmiş, hem bugün için şükranlar sunulup dua ediliyor burada. Duvardaki minik kağıt parçaları dikkatinizi çekmişse; onlar, tanrıdan cevap almayı umdukları sorular ve dilekler. Müslümanlarda olduğu gibi kadınlar ve erkeklerin ibadet ettikleri bölümler ayrılmış. Oldukça geniş bir alandan herkes kendi bölümüne geçiyor. Normal bir şekilde dua edenlerin yanı sıra büyük bir hezeyanla kendinden geçen insanları da görmeniz olası burada. Yine bu meydandaki küçük bir kapıdan eski şehrin de altına uzanan bir tünel girişi var. Ortaçağdan kalma yeraltı tonozları, yeraltı dua odalarıyla Wilson kemerinde bitiyor tünel. 2. Tapınak döneminden eski kaldırımlarda yürümek, 2000 küsur yıl öncesinin havasını solumak gibi bu tünelde yolculuk. Denemelisiniz.
Ve kısa bir geçitle de Via Dolorosa– Çile Yolu-Acılı Yol’a çıkabilirsiniz buradan. Hz. İsa’nın yargılanışından göğe yükselmesine kadar yürüdüğü yol. Yol üzerinde bu sürece katkı sağlayan yerler de durak olarak işaretlenmiş. Şimdi Hıristiyanlar, Hz. İsa’nın izinden bu yolculuğu çoğu zaman kendilerine rehberlik eden din görevlileri ile ya da yalnız yapıyorlar. Erken Hıristiyanlık döneminde rota biraz farklıymış ve hatta birkaç kez değişmiş. Ancak bugün 14 duraklı bu yolu usulünce yürümek isterseniz Aslanlar Kapısı’nın batısındaki El-Omariya Manastırı’ndan başlamanız gerek. Bu manastır 1. durak, Hz. İsa’nın ölüme mahkum edildiği yer. (Alternatif olarak Yafa Kapısı’ndaki Herod’un Sarayı da kullanılmakta diye notumuzu düşelim.) 2. Durak, Hz. İsa’nın haçını aldığı yer Flagellation Franciscan Manastırı ve böylece devam ediyor çile yolu, 14. durakta ölümü, mezara konuşuna kadar. Kutsal Kabir, Yeniden Diriliş Kilisesi Holy Sepulchre bu kutsal yolun da sonu. Kutsal olma özelliğinin yanısıra Ortaçağ mimarisinin çeşitli dönemleri için kilit öneme sahip bir yapı burası. Çile yolu olsa da, siz arada bir soluk almak, keyifli bir mola vermek isterseniz Austrian Hospice’a mutlaka uğrayın derim ben.
Daha birçok ilgi çekici ve görülesi yer, mekan var aslında bu Eski Şehir’de… Meryem Ana Kilisesi, Protestan Kilisesi, Zedkiah Mağarası, Yadya Shem Soykırım Müzesi… Daracık sokaklar ve şehrin günlük akışını yakalayabileceğiniz birçok şey. Siz yine de “Notre Dame Rooftop”, “Luciana”, “Dolphin Yam” ya da “Olive and Fish” gibi lezzet duraklarını atlamayın bu arada. Yollarımız hep açık olsun.