GEZİ / TEMMUZ 2016
Tüccarlar Limanı ya da bisikletler ve kanallar cenneti.. En güzel Danimarkalı… En yaşanılası şehir…
İnsanı, doğası, kültürü, şehircilik anlamındaki tüm donanımları ile müthiş ve bildiğimiz dünyada yaşanası en güzel şehirlerden birine, Kopenhag’a düşürüyoruz yolumuzu bu kez de. Sanatın ve sanatçıların dokunuşlarını da her yerde göreceğiniz, hissedeceğiniz bu eski Viking şehri; gerçekten çok alımlı ve çok masalsı… O kadar da akıllı.. Kriterleri ile de muhteşem aslında ama keşke biraz da olsa bu işin samimiyetine inanabilsem. Neyse… Her zamanki gibi tarihine kısaca bakalım biz şehrin, şehri tarihiyle tanıyalım.
Burası için Buzul Çağ öncesine ve hemen sonrasına göndermeler yapılsa da yazılı belge olmadığından sadece arkeolojik kazılardan elde edilen verilerle yetinilmek zorunda kalınmış. M.Ö. 12.500’lerde bir avcılar göçü, M. Ö. 3900’lerde tarım ve hayvancılıkla ilgili buluntular var, ki bu da yerleşik düzeni işaret ediyor . Ancak 400’lü yılların başından itibaren gerçek anlamda bir yerleşkeden bahsedebiliyorlar burası için. O dönemde küçük bir balıkçı kasabası iken 800’lü yılların başlarında Viking’lerin bölgeye hakim olmaları ve bu küçük yerleşkeyi kuşatmalarıyla; hem savaşların hem siyasetin bölgedeki etkin alanı oluveriyor Kopenhag. Bu, tarihle özdeşik masalsı savaşçıların, halk meclisleriyle Danimarka’da demokrasinin temellerini atan Viking’lerin izini daha iyi sürmek istiyorsanız buradaki Milli Müzeyi mutlaka ziyaret etmelisiniz. (Ve daha fazlasını istiyorsanız, zamanınız da varsa kendinizi Kophenag ile sınırlamayıp küçük bir Danimarka turunu düşünmeniz gerek.)
Frederikssund Viking Köyü, Albertslund’daki Viking Köyü, Vikingeborgen Trelleborg “kale”, Lejre-Efsaneler Diyarı, Memento Mori (Ölüm Algısı) ve Viking Gemi Müzesi mutlaka görülesi. Size bilgi yanında inanılmaz deneyimlerini de aktaracak çoğu interaktif/yaşayan-yaşatılan müzeler çoğu. Planlarınıza dahil etmeye karar verdiğinizde önceden açık oldukları günleri ve saatleri kontrol etmelisiniz ama.
Biz Kopenhag’a dönersek; küçük bir yerleşkeden şehirleşme sürecine geçiş; Danimarka kralının emriyle buranın alınması ve bir Bishop (piskopos) atanmasıyla (Absalon) başlıyor. Piskopos Absalon’un yaptığı ilk iş ise bir kale ile şehri korumaya almak. 1160–67 yılları arasında inşa edilen kalenin kalıntılarını/temellerini bugün Christiansborg Sarayı’nı gezerken görmeniz mümkün. Kalenin varlığı ve liman, ticareti geliştirirken 12. yüzyılda şehir statüsü de kazanıyor Kopenhag. İşler böyle güzelce yürürken Alman Hansa birliğinin kaleye saldırısı, kalenin tahrifi ve karşı dizayn olarak da Kalmar Birliğinin kurulmasıyla Kuzey ittifakı sürecinin neredeyse 1400’lü yılların başına kadar devam ettiğini görüyoruz.
Bu tarihten sonra; zamana yayılan çeşitli savaşlar, şehrin üçte birini yok eden veba salgını, şehri neredeyse tamamen yok eden yangınlar, Krallığın iflasları gibi büyük yıkımlarla yüzleştirmiş olsa da şehrin gelişmesi her alanda sürekli devam etmiş, mimari doku zenginleşirken yaşama kültürü de daha o zamanlardan biçimlenmiş. Bu duruma neden olan en büyük etkenlerinden bazıları; 1400’lü yılların ilk yarısında yıkılan Absalon kalesinin yerine yeni kalenin inşa edilmesi, başşehir satatüsü verilmesi, Kraliyet ailesinin, arisokrasinin Kopenhag’a taşınması ve dolayısıyla sermayenin de buraya akması diyebiliriz. Yani askeri, siyasi ve ekonomik güç aynı merkezde toplanmış oldu bu durumda. 1479’da kurulan üniversitenin ve din reformlarının kültürü-sanatı biçimlemeye başladığını, yeni tahkim alanları, yeni kaleler, saraylar, kütüphane, eğlence parkları, tiyatro binaları, ilk gazete, ücretsiz hizmet veren hastane ile şehrin her alanda sürekli zenginleştiğini görmemiz şaşırtıcı değil.1814 yılında 7 yaşına gelen kız erkek bütün çocuklara ücretsiz ve zorunlu eğitim yasası çıkartılan, 1873’de ilk kadın dergisi yayınlanan bir ülkenin bugün geldiği nokta bizim gibiler için ancak özendirici olabiliyor tabii bu durumda. Gerçi halkı; kendine koşulsuz biat eden, hanedanlığın kulları ve köleleri olarak gören Osmanlı’ya bir acayip özlem içinde olanlarımız çoğunlukta gibi. Belki genlerle ilgilidir bu hal, bilemiyorum.
Neyse, biz gezi yazımıza dönelim ve saraylarla başlayalım turumuza.
Şehir merkezindeki Slotsholmen adasında bulunan Christiansborg Sarayı; Danimarka kraliyet ailesinin buradaki en eski ikametgahı. Bugün içerisinde başbakanlık ofisi, parlamento, devlet ofisleri, kraliyet resepsiyon odalarının bulunduğu bu kompleks yapı 1167’de biten Absalon kalesinin ve onun yerine yeniden inşa edilen Kopenhag kalesinin temelleri üzerinde yükseliyor. Yıkım ve yangınlardan geriye kalanları olabildiğince korumaya çalışmışlar. Ancak müzeye dönüştürülen bölümlerin inşası sırasındaki buluntular daha bir titizlikle sergileniyor bugün. Hem buluntular, hem yazılı kaynaklardan anlaşıldığı üzere, Kopenhag kalesinin birçok kez tekrarlanan onarımlarından birinde buraya dönemin mahkumları için hendeklerle hisara dönüştürülen bir de kule inşa edilmiş ve tepesine de bir çan eklenmiş. Adı Mavi Kule. Kraliyet ailesi; 1100’lü yılların ikinci yarısından günümüze yaşadığı tüm evreleri olabildiğince aktaran bu saraydan, 1794’daki yangından sonra Amalien Sarayı’na taşınmış ve buraya bir daha geri dönmemişler.
Bugüne gelince… Kraliyet ahırları, muhteşem duvar kağıtları dahil turunuzu tamamladıysanız; 1900’lü yılların hemen başında başlayıp 1928’de yeniden yapımı tamamlanan bu sarayın 106 metrelik kulesi, kısa bir mola vermek için biraz pahalı da olsa oldukça iyi bir seçim. Restorandan krallığın çiftliğini izleyebilir ya da sadece hemen üstteki gözetleme kulesine çıkıp etrafa bir göz atabilirsiniz.
Amalienborg Sarayı (Kraliyet ailesinin yangından sonra taşındığı ve bugün hala ikametgahları olan konutlar) ise 1700’lü yıllarda inşaa edilen, ortalarında 1771’de dikilmiş Kral V. Frederik’in heykelinin bulunduğu 4 benzer binadan oluşan başka bir kompleks yapı.
VII. Christian’ın Sarayı / Moltke’nin Sarayı (Misafirhane olarak kullanılıyor ve içinde kraliyet geçmişini aktaran bir müze var), VIII. Christian’ın Sarayı / Levetzau’nun Sarayı (Misafirhane olarak kullanılıyor), VII Frederik’in Sarayı / Brockdorff’un Sarayı (Kraliyet ailesinin evi), IX. Christian’ın Sarayı / Schach Sarayı’ndan ( Kraliçe ve Prens Consort’un evi) oluşuyor.. Burada müzeyi ziyaret edebilir ve nöbet değişim seramonisini izleyebilirsiniz. Sanırım her gün saat 11:00–12:00 civarlarında.
Kraliyet geçmişi ve yaşamından kesitler için daha detaylı bir sergi görmek istiyorsanız yine hemen merkezdeki IV. Christian tarafından 17. yüzyılda yapılmış olan Rosenborg Kalesi’ne de uğramalısınız. Kardeş müze gibi düşünebilirsiniz bu ikisini. 3 gümüş aslanın bulunduğu Şövalye Salonu, aynı zamanda kraliyet taç giyme törenlerinin yapıldığı yer en önemli bölümü kalenin. Ayrıca mumya koleksiyonu ve kraliyet özel alanları ile de görülesi. Flora Danica’nın koleksiyonu ve Venetian cam koleksiyonu ise kule odalarında. Burada yaşanan yasak aşkları ve bu aşkların hüzünlü sonlarını sergilenen portrelerde yakalayabilir misiniz, bilemiyorum ama bahçelere de bir göz atmalısınız. Çok yakında da Andersen’in mezarı var, bulunduğu yerden hala milyonlarca çocuğa masallarını anlatıyor.
Saraylar ve kaleler bu bölgenin önemli yapıları ve yukarıda bahsettiğimiz üzere Kopenhag dışına da zaman ayırabilirseniz Viking’lerin izlerinin yanı sıra birçok sarayı ve kaleyi de listenize alabilirsiniz. Frederiksborg Kalesi/Sarayı Kopenhag’ın kuzeyinde araba ile yaklaşık 40–50 dakikada ulaşabileceğiniz bir uzaklıkta. 1600’lerde inşa edilmiş ve çokça restorasyon geçirmiş, gerek içinde barındırdığı milli tarih müzesi gerekse barok bahçeleri ile mutlaka görülesi yerlerden. Bir dönem yazlık, bir dönem sürekli ikametgah olarak kullanılan ve yine unutulmayan aşk hikayelerine, unutulmaz eğlence/partilere mekan olmuş Frederiksberg Kalesine de rehberli turlar eşliğinde katılabilirsiniz. Bir diğer görülesi yer 1574–1585 yıllarında inşa edilen Hamlet (Shakespeare) ile özdeşleşen Kronborg Kalesi. Oresund Boğazını kontol edebilmek amacı ile yapımı planlanmış kalenin. Önce askeri kale ve kraliyet kullanımıı, sonra yine aşk hikayeleri ve sürgün mekanı, tekrar askeriyenin kullanımı ve nihayet 2000 yılında UNESCO’nun Dünya Mirasları Listesine girmesiyle de müzeye dönüştürülerek tüm bu zamanları Rönesans ve Barok yapıları ile aktaran bir kale. Balo salonu müthiş. Boğazı, kaleyi ve Malmö’yü anlattığım yazımda bahsettiğim köprüyü görmek için gelinesi bir yer. Ve geziniz doğru planlanırsa bir adım ötesi de İsveç.
Bu arada sizi şehir dışına çıkarttık, yetmedi bir de ülke dışına çıkartacağız galiba ama gezmek böyle böyle bir şey işte; ne başı oluyor ne sonu. Neyse, şehrimize dönelim biz. Ve bir başka kuleye gözatalım. (Bu arada unutmadan hemen küçücük bir not: Şehir yakınlarında, Froslev köyündeki Froslev Prison Kampını da ziyaret etmek isteyebilirsiniz bu arada. Alman işgali sırasında kullanılan 12.000 kişilik bir toplama kampı. Şimdilerde ise ulusal bir anıt.)
Saraylardan, kalelerden sonra Rundetaarn (Yuvarlak kule) en etkileyici yapılarından biri şehrin. 17. yüzyılda, 1061 yılında ölen Danimarkalı gökbilimci Tycho Brahe’nin çalışmalarını, mirasını devam ettirmek için onun anısına inşa edilmiş ve Avrupa’nın en eski gözlemevi imiş bu kule. Artık amatör gözlemciler ve ziyaretçiler için kullanılıyor. Yaklaşık 209 metre tırmanmayı göze alırsanız, 36 metre yüksekten Kopenhag’ın manzarasını da izleyebilirsiniz. Emin olun matematiksel bir hata yok, belki en çok bir metre, o da tırmanacağınız yol açısından.
Hemen sonrasında eski limana göz atmak ve burada bir mola vermek isteyebilirsiniz. Bu eskinin en işlek limanlarından biri, bugünün çoğu 1600’lerin sonlarından kalma iskeleye sıralanmış evleri, restoranları ile tam bir dinlence yeri. Eğer şanslıysanız mutlaka bir müzik festivaline rastlamanız olası burada, özellikle yaz aylarında. O olmazsa sokak konserleri ve olmazsa olmaz her yerde caz.
Limanın en eski binası yapıldığı günden bu yana hiç bir değişikliğe uğramadan bugüne gelen 1681’de inşaa edilmiş 9 numaralı evmiş. Hans Christian Andersen’in evi de buralarda, 20 numarada. 67 ve 18 numaralı evlerde de yaşamış. Andersen’ın bir masal kahramanı bugün Kopenhag’ın simgesi: Küçük Deniz Kızı Heykeli. Masal, karada yaşayan genç ve yakışıklı prens için her şeyden vazgeçen deniz kızını anlatıyor. Masalın sahnelendiği bir tiyatro, oyunu canlandıran balerinler, baletler, oyonu seyreden ve hayran kalan Carl Jacobsen (Bira yapımcısı bir vatandaş), bu vatandaşın heykeltıraş olan Edvard Erikson’u denizkızının heykelini yapması için görevlendirmesi ve sonra şehre hediye edilmesi. Yani esinlenildiği kadar masalımsı bir hikayesi var bu deniz kızının da. Birçok kez tahrip olmuş ancak her defasında onarılmış. Suyun kenarında sessiz sakin prensini bekler durur.
Şehrin bir diğer simgesi de Siyah Elmas diye anılan limanıdaki kraliyet kütüphanesi. İlk 1684 yılında Kral Frederick’ in emriyle kurulmuş bu kütüphane ve 1793 yılında da halkın kullanımına açılmış. Bugün 4 binada hizmet veriyor. Bazı bölümleri de sergiler ve konferanslar için kullanıyorlar.
Şehirdeki çeşitli heykellerle, çeşmelerle zenginleştirilmiş sokaklar, caddelerin yanı sıra hem yerel halkın hem turistlerin her fırsatta gittikleri parklar ve bahçelere de biraz zaman ayırmalısınız bence. Kral Parkı, botanik ya da hayvanat bahçesi ve Tivoli bahçeleri her anlamda çok zengin ve sunacak hep daha çok şeyleri var gibi. En popüleri olan Tivoli, özgün mimarisi ve eğlence parkı ile 1843 yılından bu yana hizmet veriyor. Yaz süresince hafta sonları muhteşem konserler için de mekan olarak kullanılıyor burası. Ya da belki Bakken’e de bir uğramak istersiniz. Jægersborg Dyrehave’ın ortasında konumlanmış nostaljik sunumlarla en eski eğence parkı. Veya Ulusal Akvaryumun sunacaklarını da kaçırmak istemeyebilirsiniz. Gerçekten çok etkileyici bir yer. Zamanınız varsa gidilmesini önereceğim yerlerden.
Biraz eğlenip biraz dinlendikten sonra Danimarka Tasarım Müzesi, Danimarka Ulusal Galerisi, Ny Carlsberg Glyptotek, Açık Hava Müzesi, Louisiana Modern Sanat Müzesi, Zooloji Müzesi ( Danimarka Doğa Tarihi Müzesi), Jeoloji Müzesi (Danimarka Doğal Tarih Müzesi), ARKEN Modern Sanat Müzesi dahil olmak üzere şehirde, kuzeyinde güneyinde, biraz içinde biraz dışında görülesi yerler sizi bekliyor olacak. İlgi alanlarına göre hepsi de oldukça tatmin edici. Tabii bunların yanı sıra mimari teknikleri ve çanları ile şehre katkılı ama işlevselliği açısından pek emin olamadığım dinsel yapılara da kısaca bir göz atmak isterseniz; Mermer Kilise, Rus Ortodoks Kilisesi, Roma Katolik Kilisesi bu anlamda şehrin önemli yapılarından. Ve diğer görülesi binalar Eski Borsa binası, Danimarka Kraliyet Tiyatrosu ve aslında şehrin tamamı.
Tüm bunlardan sonra biraz alışverişse tercihiniz; dünyanın en uzun yaya caddelerinden biri olan Stroget’ye doğru uzanabilir ya da gezinti ve alışveriş caddesi Pistolstra’den başlayabilirsiniz dolaşmaya. Veya geceye sarkmışsa zaman, Vesterbro bir alternatif olabilir size.
Alternatif derken.. Bekli de Christiania’ya gitmelisiniz. Kopenhagen’in içerisinde kendi bayrakları ve kendi kuralları olan özerk bir bölge. Alternatif yaşamın açık bir örneği. Organik tarım ile uğraşıp komün hayatı yaşıyorlar. Girişte fotograf çekmiştim ama hemen uyarıldım, fotograf yasakmış. Bölgeyi gezip bir şeyler yiyip içmek ve gözlemlemek ve hatta biraz sohbetlemek enteresan bir deneyim olabilir. Farklı düşünenler olsa da ben hiç güvensiz hissetmedim kendimi orada. Kopenhag’da iseniz burayı da mutlaka ziyeret etmelisiniz bence.
Her neresinde ve her ne yapıyor olsanız da mutlu olacağınız bir şehir kısacası Kopenhag. Keyfini çıkarın.
Yollarımız hep açık olsun.