Hastanın sağlık hizmetini nerede veya kimden aldığı hukuki açıdan önemlidir. Hasta; sağlık hizmetini doğrudan doğruya bir hekimden alıyorsa, hasta ile hekim arasında tedavi sözleşmesi, özel sağlık kuruluşundan alıyorsa, hasta ile hastane arasında hastaneye kabul sözleşmesi kurulur.
Hekim veya özel sağlık kuruluşunun, hastaya karşı, Türk Medeni Kanun’un ilgili hükümlerine göre akdi sorumluluğu bulunduğu gibi haksız fiil sorumluluğu da bulunmaktadır.
Buna karşılık hasta, sağlık hizmetini kamu (devlet veya üniversite) hastanelerinden alıyorsa, hasta ile kamu hastanesi arasında özel hukuk sözleşmesi kurulmuş olmaz. Diğer bir ifadeyle; kamu hastanesinin hastaya karşı borçlar hukuku anlamında bir akdi sorumluluğu olmadığı gibi, akit dışı sorumluğu da bulunmamaktadır. Hasta ile kamu hastanesi arasında kamu hukuku ilişkisi tesis edilmektedir. Çünkü, sağlık kamu hizmeti olarak düzenlenmiştir; sağlık hizmeti, idare (Devlet) bakımından yerine getirilmesi gereken bir yükümlülük, birey bakımından talep edilebilecek bir haktır. Bu perspektifle, hastanın kamu hastanesi ile bu hastanede istihdam edilen hekim ve diğer sağlık çalışanları ile hukuki ilişkisi özel hukuktan farklıdır.
Kamu hizmetinden yararlanan hasta, kamu hastanesinden aldığı sağlık hizmeti esnasında, hastanenin veya sağlık çalışanların kusuru ile zarar görürse, hizmet (görev) kusuru nedeniyle kamu hastanesinin bağlı bulunduğu kural olarak Sağlık Bakanlığı veya ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine idare hukuku esaslarına dayanarak idari yargıda dava açabilir.
Dava, kamu hastanesinde çalışan hekim, hemşire veya diğer yardımcı personel aleyhine açılamaz. Zira, kamu hastanelerinde istihdam edilen sağlık meslek mensupları, kamu görevlisidir. Bu çalışanların hastalara vermiş oldukları zararlar nedeniyle açılacak davaların hukuki niteliği, diğer tazminat davalarından farklıdır. Kamu hastanelerinde sunulan sağlık hizmeti esnasında tıbbın kötü uygulamasından (malpraktis) kaynaklanan zararlar sebebiyle açılacak davalarda husumet yönünden mevcut olan bu farklılığının en önemli yasal dayanağı şunlardır: Anayasa m. 125 (“İdarenin her türlü işlem ve eylemine karşı yargı yolu açıktır (…). İdare kendi eylem ve işlemlerinden kaynaklanan zararı ödemekle yükümlüdür”.), m. 129 V (“Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir”) ve Devlet Memurları Kanunu m. 13 (“Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar”).
Bu açık düzenlemelere rağmen, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2007 tarihli bir kararında, hekimin kişisel kusurunun söz konusu olduğu durumlarda davanın doğrudan doğruya adli yargıda hekim aleyhine açılabileceği öngörülmüştü.
Ancak 2011 tarihli kararı ile Yargıtay daha önceki uygulamalarına son vermiştir. Kararda, açılacak davalarda hekimin hizmet kusuru ile kişisel kusur ayırımının yapılmasının yerinde olmadığı, davanın idare aleyhine açılması gerektiği, ilgili hekimin kişisel kusuru (görev kusuru) tespit edilirse, İdare’nin, hekime kusuru oranında rücu edebileceği zikredilmiştir. Bu durum, 2013 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurul kararı ile istikrar kazanmıştır, diyebiliriz.
Yetkili mahkeme ile ilgili olarak 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun, her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davaları, “idari yargı denetimi” dışına çıkararak “asliye hukuk mahkemelerince” bakılacağını belirten 3 üncü maddesinin birinci tümcesi Anayasanın 2 nci, 37 nci, 125 inci ve 155 inci maddelerine aykırı görülerek, 19 Mayıs 2012 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.
İdare aleyhine açılan davalarda, idarenin sorumluluğuna gidilebilmesi için, özel hukuk sorumluluğunda olduğu gibi, hukukunun aradığı şartlar (hukuka aykırılık, kusur, zarar, illiyet bağı) mevcut olmalıdır.