Son yıllarda tıbbi malpraktis davaların sayısında artış gözlemlenmektedir. Zira teknolojik gelişmeler sadece tıp bilimini geliştirmekle kalmamış, hastaların bilgiye erişimini de kolaylaştırmıştır. Eskiye nazaran hastalar sağlık kuruluşu veya hekim karşısında hangi haklara sahip olduklarının görece daha bilincindedirler. Hiç şüphesiz yazılı ve görsel medyanın ve sağlık hukukunda uzmanlaşan avukatların da buna etkisi büyüktür. Maalesef bu gelişmenin olumsuz bir etkisi olmuştur: Tıbbi malpraktis dava sayısında artış, buna bağlı olarak gelişen defansif tıp (çekinik tıp veya savunmacı tıp).
Defansif tıp, hekimlerin kendilerini malpraktis davalarından korumak, sigorta poliçe primlerini arttırmamak amacıyla ağır ve komplikasyon ihtimali olan, riski yüksek hastalara tıbbi müdahalede bulunmaktan kaçınması ve bu hastaların başka sağlık kuruluşlarına sevki (negatif defansif tıp) veya olağan medikal bakım standartlarından çıkarak gerekli olmadığı halde teşhis ve tedaviye yönelik ek araştırmalar (her türlü kan/idrar tahlilleri; MR, anjiyografi, tomografi gibi radyolojik incelemeler; endoskopik incelemeler; efor testleri; alerji testleri; solunup fonksiyon testleri, biyopsiler vs.; gereksiz konsültasyonlar) istemeleri (pozitif defansif tıp) olarak tanımlanabilir.
Defansif tıbbın kapsamında hangi hekim davranışları bulunmaktadır? Bu olgu hekimin hukuki sorumluluğu açısından nasıl değerlendirilir? Defansif tıbbın sağlık ekonomisine ve hasta-hekim ilişkisine olan etkisi nedir?
Hastanın tedavisi için elzem olmayan ilaçların reçete edilmesi; tanı için gerekli bulunmayan görüntüleme tekniklerine başvurulması veya tıbbi tahlil talep edilmesi gibi defansif davranışlar, kaynakların gereksiz israfının yanı sıra SGK’yı, özel sağlık sigorta şirketlerini ve cepten ödeyen hastaları ek maddi külfet altına sokmaktadır. Diğer taraftan, defansif tıbbi uygulamalar, hastanın gereksiz tetkiklere maruz kalmasının yanı sıra, tedavisini geciktirebileceği gibi komplikasyon riskini de arttırabilir.
Defansif tıbbi uygulamalar, hekimleri ceza hukuku ve özel hukuk açısından sorumlu tutulmalarına yol açmaktadır. Hastaya uygulanan tedavinin etkisini arttırmak veya dikkatten kaçan hastalık belirtilerin doğuracağı olası risklerden kaçınmak amacıyla esasında gerekmediği halde reçete edilen ilaçtan mütevellit hastada bedensel bir zarar doğmuşsa, müdavi hekim cezai olarak sorumlu tutulabilecektir. Diğer taraftan tıbbi gereklilik bulunmadığı halde hastaları tıbbi test, tıbbi tahlil ve görüntüleme tekniklerine yönlendirmek, örneğin gerekmediği halde biyopsi uygulaması hekimin kasten yaralama fiilinden dolayı cezai sorumluluğunu doğuracaktır. Hastası ile ilgilenecek mesleki yeterliliğe ve tıbbi imkanlara sahip olduğu halde kaçınan hekimin negatif defansif tıbbi uygulamasından bahsedilir. Hekimin bu davranışı, hastaya zarar verme ihtimalini yeterli dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle öngörememiş ve hastanın başka bir sağlık kuruluşuna sevki neticesinde kaybedilen zaman veya bizatihi bu eylem ile bağlantılı (illiyet bağı) bir sebepten ötürü hasta zarara uğramışsa, hekim taksirle yaralama suçundan, hasta hayatını kaybetmişse taksirle öldürmeden dolayı cezalandırılabilecektir. Ayrıca, kamuda mesleklerini icra eden hekimlerin defansif tıbbi uygulamaları, görevi kötüye kullanma suçu oluşturacaktır.
Defansif tıbbi uygulaması tazminat sorumluluğunu da doğurmaktadır. Zira hasta ile hekim arasında amacı tanı/tedavi olan sözleşmesel (vekalet sözleşmesi) bir ilişki kurulmaktadır. Bazı durumlarda, taraflar arasında sözleşme olmadığı halde hasta, hekimin bir hatası nedeniyle zarara uğramışsa, haksız fiil hükümleri (veya vekaletsiz iş görme) uygulanacaktır. Borcun kaynağı ne olursa olsun, objektif özen yükümlülüğünü ihlal ederek, hastanın menfaatlerine aykırı olacak şekilde, tıbbi gerekliliği olmayan, hasta ve hastalığın seyri ile örtüşmeyen davranışlar sebebiyle hekim, hastasının uğradığı maddi ve manevi zararları tazmin etmek zorunda kalabilecektir.
Son söz: Tıbbın gerek ve kurallarından sapmayan hekimler özgürce mesleklerini icra edebilirler…