
HİPERTANSİYON / EKİM 2015
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Sinan Dağdelen hipertansiyon tedavisinde yaklaşımın, öncelikle yaşam şeklinin değiştirilmesi ve kilo-diyet dengesinin optimal seviyeye çekilmesi olduğuna dikkat çekiyor. Dağdelen, “Yaşam şeklinin değiştirilmesinde izotonik düzenli egzersizlerin artırılması en temel prensiplerdendir” diyor. Dirençli hipertansiyonda ise umut ‘Renal Denervasyon.”
Hipertansiyonun (HT) tanımını oluşturan algoritmalar ve temel sınırlarını belirleyen bilimsel çalışmaların asıl hedefi, belirli tansiyon değerlerinde oluşmakta olan kardiyovasküler riskler üzerinden yapılmaktadır. Bu nedenle yapılan uzun dönemli toplumsal çalışmalar (Framingham Çalışması gibi) ve bunların sonunda belirli tansiyon değerlerindeki kardiyovasküler riskler tanımlara temel dayanak oluşturmaktadır. En son yapılmış olan Avrupa Kalp Cemiyeti ve Amerikan Birleşik Ulusal Komite (JNC 7) tanımlamalarına göre yeni sınıflama Tablo 1’de şu şekilde özetlenebilir:
Tedavide yaklaşım öncelikle yaşam şeklinin değiştirilmesi ve kilo-diyet dengesinin optimal seviyeye çekilmesidir. Yaşam şeklinin değiştirilmesinde izotonik düzenli egzersizlerin artırılması en temel prensiplerdendir.
1) Yüksek Normal HT olanlarda diğer kardiyovasküler major risk faktörleri yok ise herhangi müdahale gerekmez ve takibe alınmalıdır. Bu grupta 1–2 risk faktörü olanlarda yaşam değişikliği yeterlidir, ancak ≥ 3 risk faktörü ve özellikle diyabet var ise birlikte ilaç tedavisi gereklidir. Bu grup hastalarda kardiyovasküler veya renal hastalık var ise erken ilaç tedavisine hemen geçilmelidir.
2) Grade 1 HT olanlarda diğer risk faktörleri yok ise yaşam şekil değişiklikleri birkaç ay denenmeli ve yeterli tansiyon düşüklüğü sağlanmaz ise ilaç tedavisi başlanmalıdır, ancak eğer 1–2 risk faktörü ile birlikte ise ilaç tedavisi için en fazla birkaç hafta beklenmelidir, aksi halde ilaç eklenmelidir. Bu grup hastalarda ≥ 3 risk faktörü, kardiyovasküler veya renal hastalık ve/veya diyabet var ise birlikte ilaç tedavisine hemen başlanmalıdır.
3) Grade 2 HT olgularında diğer risk faktörleri yok ise veya 1–2 risk faktörü birlikte ise yaşam şekli değişikliklerinin yanı sıra istenen hedefe ulaşılamaz ise ilaç tedavisi birkaç hafta içerisinde başlanmalıdır, ancak ≥ 3 risk faktörü, kardiyovasküler veya renal hastalık ve/veya özellikle diyabet var ise birlikte ilaç tedavisi hemen başlanmalıdır.
4) Grade 3 HT derecesinde olan hastalarda her türlü koşulda hemen yaşam şekli değişiklikleri ve ilaç tedavisi başlanmalıdır.
Tedavide yaşam şekli değişiklikleri; sigaranın kesilmesini, kilo vermeyi, düzenli egzersiz yapılmasını, sınırlı ve az alkol alımını, tuz alımının azaltılmasını ve beslenmede bitkisel ağırlığın artırılarak satüre çok zincirli yağ alımının azaltılmasını içermektedir.
Tedavide en önemli hedef, uzun dönemde toplam kardiyovasküler risklerin maksimum seviyede azaltılmasıdır. İlk aşamada sistolik ve diyastolik tansiyonlar < 140⁄90 mmHg seviyesine çekilmelidir. Diyabetiklerde ve stroke, miyokardial enfarktüs, renal disfonksiyon veya proteinüri gibi yüksek kardiyovasküler riski olanlarda tansiyon değerlerinde hedef < 130⁄80 mmHg olmalıdır. Kombinasyon tedavilerine rağmen bu tansiyon değerlerine özellikle yüksek riskli gruplarda ulaşmak her zaman kolay değildir. Özellikle yaşlı diyabetik ve kardiyovasküler hasarı olanlar en zorlu grubu oluşturmaktadır. En önemli ve kolaylaştırıcı faktör herhangi bir kardiyovasküler komplikasyon oluşmadan istenilen hedef tedavinin başlanmasıdır ki burada, anahtar faktör tanı ve tedavinin erken başarılmasıdır.
Hipertansiyonlu bir hastada vasküler komplikasyonları (kalp krizi, böbrek yetersizliği, serebral inme vs) artıran ve tedavi edilerek azaltılması gereken riskler başlıca şunlardır; hem sistolik ve hemde diastolik tansiyonun yüksek olması, nabız basıncının yüksek olması, erkeklerde 55 yaş kadınlarda ise 65 yaşın üzerinde olmak, sigara içmek(aktif veya pasif), yüksek kolseterol olması (LDL >115 mg/dL), açlık glukoz >102 mg/dL olması veya insülin direnci olması, ailesinde erken kalp damar hastalığı olması, karın bölgesinde yağlanma ve obezite, aşikar diabetes mellitus olması, karotis damarlarında plaklanma, renal glomerular filtrasyonun düşük olması veya mikroalbuminüri olması. Bu özelliklerinden herhangi birinin olması durumunda hipertansiyonun vasküler komplikasyon riski yüksektir ve ciddi tedavi-takip gerektirir. Uluslararası Komite tarafında 2003 yılında hipertansiyon tanımı, tansiyonu yaptığı damarsal zararlar göz önüne alınarak yeniden yapılmıştır. Bu kılavuza göre büyük tansiyonun 130 mmHg nın üzerinde ve /veya küçük tansiyonun >85 mmHg olması yüksek olarak kabul edilmektedir. Son 10 yıl içerisinde ülkemizde erişkinlerde ortalama kan basıncı bayanlarda 4.4 mmHg ve erkeklerde 6.4 mmHg daha fazla artış göstermektedir. Hipertansiyonu olanlarda başlıca hasar gören hedef organlar; kalp, koroner damarlar, beyin damarları, böbrek ve göz damarlarıdır. Yapılan çalışmalarda hipertansiyon tedavisi; inme (felç) riskini %35–40, kalp krizi riskini %20–24 ve kalp yetersizliği riskini %50 azaltmıştır. Günümüzde yapılan incelemeler hastaların sadece %70’inin hipertansiyonlarının farkında olduğunu göstermiştir. Bu hastalığının farkında olan grubun ise 59’u tedavi almakta ve hastaların sadece %34’ünde kan basıncının tam olarak kontrol altına alındığı gösterilmiştir. 2004 yılında ADA (American Diabetes Association) tarafından yayınlanan kılavuzda hipertansiyon tedavi hedefi <130/80 olarak belirlenmişti. Özellikle 2000’li yıllarda sonuçlanan, uzun dönem bilimsel çalışmaların sonuçları gerek hipertansiyon ve gerekse diyabet hastalığının sınırlarını, neden olduğu riskleri ve tedavi seçeneklerini yeniden tanımlamıştır. Bu kılavuzlar, bugün eski tanımlarımızın ve tedavilerimizin tamamının yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmıştır. Çünkü ana hedef organ kalp ve damarlardır. Bu hastalıkların önceden tespit edilmesi ve doğru tedavi edilmesi, yukarıda anlatıldığı üzere hastalık konusundaki riskleri önemli oranda azaltmaktadır. Bu gün için bu hastalıkların tamamen önüne geçmek mümkün olmasa da, diyabet ve hipetansiyonun kalp ve damarlara vereceği zararı engelleyerek, hayat kalitesini artırmak ve istenmeyen ölümleri azaltmak mümkün ve ispat edilmiş bilgilerimizdir.
İlaç tedavisi yapılırken organların hasar durumuna ve ek kardiyovasküler hastalıkların durumuna göre seçim yapılmalıdır. Mikroalbüminurisi olan, renal disfonksiyonu olan, rekürren atrial fibrilasyonu olan veya diyabeti olan olgularda anjiotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri (ACEİ) ve anjiotensin reseptör blokeleri (ARB) tercih edilmelidir. Sol ventrikül hipertrofisi olanlarda ACEİ, ARB veya kalsiyum kalan blıkerleri (CA) kullanılabilir. Asemptomatik aterosklerozu olanlarda CA veya ACEİ’leri, eski miyokard enfarktüsü olanlarda ACEİ, ARB veya beta blokerlar (BB), angina pektorisi olanlarda BB veya CA, eski stroke hikayesi olanlarda ise herhangi bir ajan kullanılabilir. Kalp yetersizliği olanlarda ilaç seçimi çok önemli olup sırasıyla diüretikler, BB, ACEİ, ARB, aldosteron antagonistleri tercih edilmelidir. Permanent atrial fibrilasyonu olanlarda BB veya nondihidropiridin CA tercih edilmelidir. İleri evre renal yetmezliği olanlarda veya ciddi proreinürisi olanlarda sırasıyla ACEİ, ARB, loop diüretikler kullanılmalıdır ki burada proreinürinin azaltılması temel hedeflerdendir. Periferik arter hastalığı olanlarda CA, ileri yaşlarda diüretikler veya CA, metabolik sendrom olgularında ACEİ, ARB veya CA tercih edilmelidir. Gebelikte antiHT ilaç kullanımı hala tartışmalı olmakla birlikte kullanılabilecek ajanlar oldukça sınırlıdır ve CA, Metildopa ve BB dikkatle kullanılmalıdır. Dirençli olgularda bu tedaviler kombine edilebilir ve sempatolitikler, B‑blokerler eklenebilir.
Günümüzde çalışmaları devam eden ve ümit verici yeni tedavi yaklaşımları da mevcuttur. Bu tedaviler arasında Ang‑I reseptörlerine karşı geliştirilen immünoglubülin aşılar, sempatektomi yöntemleri, barosereptör desensitizasyonu yapmak için manubrium sterni altına yerleştirilerek boyun sempatik ganglionlarına aşırı stimülasyon veren pil tedavileri ve en son olarak da renal arterler üzerinde seyreden adventisyal sempatik sinirlerin perkütan yöntem ile ablasyonun sağlanması ve bu surette bilateral renal adrenalin/noradrenalin salgısının bloke edilmesi tedavileri sayılabilir.
Son yıllarda ciddi hipertansiyon olgularının artması ve bu konuda ilaç tedavilerinin yetersiz kalması, diğer tedavi arayışlarını artırmıştır. Bu amaçla yukarıdaki sınıflamanın haricinde ‘Dirençli Hipertansiyon’ kavramı geliştirilmiş ve kullanılmaya başlanmıştır. Dirençli Hipertansiyon; 3 farklı ilaç kullanmasına rağmen hala tansiyon değerleri > 140⁄90 mmHg olan veya tansiyon kontrolü için 4 veya daha fazla ilaç kullanmak zorunda kalan olgular için kullanılan bir tanımlamadır. Bu olgularda hipertansiyona ait komplikasyonları riski oldukça artmakta ve aynı zamanda kullanılan multitablet tedavilerinin yan etkileri önemli sorun haline gelmektedir. Toplumda Dirençli Hipertansiyon oranının yaklaşık %12.8 olduğu gösterilmiştir.
Bu olgularda günümüzde alternatif olarak düşünülen ve 2009’dan beri kullanılan en önemli yöntem ‘Renal Denervasyon’dur. Perkütan yöntemle femoral arterlerden girilerek kateterler yardımı ile renal arterlerin içerisine girilerek ablasyon kateterleri(Symlicity, EnligHTN, Vessix, PARADISE vs) aracılığı ile veya şu günlerde ilk kullanımları ümit verici olan kimyasal denervasyon (Peregrine) yöntemleri ile abdominal sempatik ablasyon yapılmaktadır. Bu alanda farklı sonuçlar elde edilmekle birlikte klinik çalışmaların çoğu Dirençli Hipertansiyon olguları için önemli bir tedavi seçeneği olacağı konusunda ümitlerimizi güçlendirmektedir.
TABLO 1:Kan basıncı seviyelerinin sınıflaması ve tanımlamaları
Kategori | Sistolik | Diyastolik |
Optimal | <120 | Ve <80 |
Normal | 120–129 | Ve/veya 80–84 |
Yüksek Normal | 130–139 | Ve/veya 85⁄89 |
Grade 1 Hipertansiyon | 140–159 | Ve/veya 90–99 |
Grade 2 Hipertansiyon | 160–179 | Ve/veya 100–109 |
Grade 3 Hipertansiyon | ≥180 | Ve/veya ≥ 110 |
İzole Sistolik Hipertansiyon | ≥140 | Ve < 90 |
Prof. Dr. Sinan Dağdelen kimdir?
1993 yılında İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1997 yılında Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kardiyoloji Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimini tamamladı. 2002 yılında aynı hastanede doçent, 2010 yılında Acıbadem Üniversitesi Kardiyoloji Anabilim Dalı’nda profesör oldu.