İtalya yarımadasının Campania Bölgesinde dolaşacağız bu kez. Napoli’nin güneydoğusunda, Napoli körfezindeki bir hayalet şehre bakacağız küllerin, lavların arasından. M.S. 79 Ağustos’unun 24. günü Stabiae ve Pompeii ile birlikte yok olan antik Roma şehri Herkulaneum’a.… Yaşama sanatını çağının çok ötesine taşımış olan ölü kente.
Aristo’nun öğrencisi Theophrastos M.Ö. 314 yılında bu şehirden bahseder. Onun yazılarında bu şehir için kullandığı isim Herakleion.
Antik şehrin M.Ö. 8. yüzyılda “Oscan” kavimi tarafından kurulduğu tahmin edilmekte. Sonradan şehir Etrüks uygarlığı kontrolü altına girmiş ve daha sonra Samnitler burayı idarelerine almışlar. Antik Roma’nın eline geçtiğinde ise daha çok Romalı zenginlerin, aristokratların tatil yerleşkesi olarak kullanılmış bu bölge. İmparator Tiberius zamanında da şehri öldüren bu doğa felaketi yaşanmış.
Unutmadan, bir şehrin kuruluşunu Herakles Geryoneus’a dayandıran bir mit var. Mitolojiyle ilgili olanlar hatırlayacaklardır, diye ekleyip şehre, o güne dönelim.
Vezüv patlamadan ufak ufak yer sarsıntıları olmuş günler önce. Benzer sarsıntıları daha önce de yaşadıklarından pek önemsememişler. Hatta ilk püskürmeyi pek bir önlem almaksızın izlemiş halk. Yüksek basınçla kilometrelerce fışkıran magma gazı gökyüzünü kaplarken saatler sonraki ikinci patlamadan kaçmak artık imkansızlaşmış. Son anda kaçmaya çalışanlar dahil sıcaklığın şoku ve kaynar akıntıyla anında kömürleşmişler. Ancak Pompeii de halkın kaçması mümkünken ki kaçanlar olmuş, Herculaneum’da bu pek mümkün değilmiş. Yaklaşık bir gün boyunca 10 milyar tonu aşkın sünger taşı, kaya ve külü dışarıya püskürten Vezüv, Pompeii ve Herculaneum’u insanlarıyla birlikte yerin 10–20 metre altına gömmüş.
Felaketten yaklaşık 1500 yıl sonra 1594 yılında bir su kemeri yapımı sırasında tesadüfen keşfedilen şehirde ilk kazılar 1700’lü yıllarda başlayıp aralıklarla günümüze kadar gelmiş ve hala devam etmekte. Bu süreçteki buluntular, şehri 1997 yılında Unesco Dünya Mirasları listesine sokmaya yetmiş yine de.
Mermer ağırlıklı antik Roma kentlerinin aksine şehir tuğladan inşa edilse de volkanik kül örtüsü genel yapının bozulmasını engellemiş. 1860’ta İtalyan bilim adamı Giuseppe Fiovelli Pompeii’deki kazı esnasında taşlaşan küllerin arasında bir boşluğa tesadüf edince buraya açılan delikten sıvı alçı döktürerek içerdeki boşluğun kalıbını aldırmış. Çıkarılan kalıplardan görmüş ki lavların altında kalmış insan ve hayvanların patlama sonrasındaki pozisyonları aynen korunmuş Pompei’de. Ama Herculaneum’da lavlar öylesine örtmüş ki her şeyi böyle müdahalelere gerek duyulmamış. Özellikle ahşap zamana pek de dayanabilen bir malzeme değilken Herculaneum’da epey miktarda bulunmuş. Bunun tek nedeni de şehrin hava geçirmeyecek bir şeklide lavla mühürlenmiş olması.
Ayrıca Herculaneum’da Roma inşaat uygulamalarını anlamamıza olanak sağlayan ve Pompeii’de olmayan çok değerli bulgular da ele geçmiş. Ama bu ayrıntılar daha çok mimarlar için. Biz mesleki bir kaygı olmadan bakıyoruz şehre.
Kent sur ile çevrelenmiş ve sokakları koşut bir biçimde kuzey-güney doğrultusunda dizayn edilmiş. Ana caddelere genellikle dükkanlar, sokaklara evler sıralanmış. Kentin kuzeybatısında 1.500 kişilik bir tiyatro ve hamamlar var deniyor ama tiyatrodan ben pek emin değilim. Kazısı devam eden bir yapının da bazilika olduğu düşünülüyor. Kazı tamamlanınca daha iyi anlaşılacak. Ama çok büyük bir spor salonu, o dönemdeki yaşam kalitesi ile ilgili fikir veriyor bize. Sadece bu değil, evlerde ve dükkanlarda bulunan gündelik hayata dair gereçler de. Beni en çok şaşırtan ayaklı yumurtalıklar, desenli kek ve ekmek kalıplarıydı, havalandırma, ısıtma, pişirme ve su dağıtım planlarının yanı sıra.
Evlerin bölümlemeleri ve bulundukları konum, orada yaşayanların statüsü ile ilgili de bilgi veriyor bize. Ama genelde ana giriş, giriş avlu ve avluya bakan odalardan oluşuyor plan. Ana girişin üzerindeki kapalı balkon ise sadece birkaç örnekte var. Mozaikler ve heykeller ise evlerin vazgeçilmezi. Duvar resimlerini de neredeyse her evde görüyoruz. Kare sütunlar mimari öğelerden. Pencerelerin konumlandırılması ışığın her zaman içeriye alınabilmesini olanaklı kılacak şekilde ayarlanmış. Önemli kişilerin evlerinde ayrı bir ziyafet salonu mutlaka var. Felaketten önce yaşamı yaşama sanatının doruğuna taşımış olduklarını, evlerinden, maden işçiliklerinden, şehir planlamalarından ve yaşama, yaşamaya dair her alandan kullandıkları her objeden anlıyoruz.
1980’lerdeki kazılarda bulunan bedenler de yaşanan zamana ve güne dair birtakım hikayeler anlatıyor bize.
Arkeologların “Yüzüklü Kadın” ismini verdikleri, sol elinde iki yüzüğü ve kolunda bilezikleri olan bir kadının iskeleti, başındaki bir tutam saçtan yola çıkarak genç sarışın başka bir kadın ve doğmamış bebeği ve beşiğin içinde bulunan çocuk bedeni önemli.
Aslında Pompeii’de neredeyse tüm şehir kazılmışken Herculaneum’da sadece şehrin çeyreği ya da yüzde yirmibeşi kazılabilmiş. Yani Herculaneum’u Pompeii’yi tanıdığımızdan daha az tanıyoruz. Antik şehri dolaşıp şehir ve açığa çıktığı kadarı ile mimarisini tanıyabilir, buluntuların büyük çoğunluğunu Napoli Ulusal Müzesi’nde, bir bölümünü de Herculaneum’daki yerel müzede görebiliriz.