Borç ilişkisinin sözleşme, haksız fiile, sebepsiz zenginleşme, vekaletsiz iş görme gibi çeşitli hukuki dayanakları vardır. Ancak “hasta bir tüketici midir?” sorusu, sözleşme ilişkisi üzerinde durulmasını gerektirmektedir. Çünkü 28 Mayıs 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun (TKHK)’un temeli sözleşme ilişkisine dayanır. Taraflar arasında sözleşmesel bir ilişki yoksa, TKHK’nun uygulanmasından, yani bir tüketici işleminden bahsedilemez. Konumuz itibariyle öncelikle hasta ve hekim arasında nasıl bir hukuki ilişkinin bulunduğu açıklığa kavuşturulmalıdır. Hasta ve hekim arasında çok farklı hukuki ilişkiler olabilir. Bu ilişki; sözleşmeye, haksız fiile, vekaletsiz iş görmeye dayanabilir. Ancak burada daha ziyade serbest çalışan hekim ile hasta arasındaki sözleşme ilişkisi ele alınacaktır. Taraflar arasındaki bu ilişki doktrin ve uygulamada vekalet sözleşmesinin bir türü olarak “tedavi sözleşmesi” olarak ifade edilmektedir. Bunun temelinde hastanın hekime duyduğu güven, hekimi seçme konusunda serbestliğe sahip olması, hekimin de bu ilişki esnasında özen ve sır saklama borcu altına girmesi yatmaktadır. Bütün bu özellikler Yeni Borçlar Kanunu (BK)’nun 502 vd. maddelerinde düzenlenmiş olan vekalet sözleşmesinin unsurlarıdır. Bu bağlamda hekim, hastanın tedavi edilmesini üstlenmektedir. Tedavi ile amaçlanan, hastanın sağlığına kavuşturulmasıdır. Hukuken bu bir iş görme ediminin yerine getirilmesidir. Tedavi sözleşmesine göre hekim, hastalığı teşhis edecek, en uygun olan tedavi yöntemini belirleyecek ve bu yönteme göre tedavi sürecini sürdürecektir. Ancak en önemlisi, hekim, tıp biliminin gereklerine ve kendi tecrübesi ve uzmanlığı çerçevesinde olabilecek en üst düzeyde özeni gösterecektir. Sözleşmeden kaynaklanan ilişkilerde eğer hekim üzerine düşen yükümlülüğü, özellikle de özen yükümlülüğünü yerine getirmemişse, ve bundan dolayı hasta zarar görmüşse, onun tazminat sorumluluğuna gidilecektir. Tazminat sorumluluğu ile ilgili olarak dikkate alınması gereken BK m. 112 vd.’nın temel kıstası, tıbbi özen borcunun tam gerektiği gibi ifa edilmemiş olmasıdır. Bu hukuki sorumluluk kusura dayanmaktadır, yani bu bir kusur sorumluluğudur. Tam da bu noktada; TKHK devreye girebilir mi? ve devamında “hasta bir tüketici midir” sorusu sorulabilir mi?
Tüketici işlemi, mülga 4077 sayılı TKHK’da kapalı ifade edildiği ve Yargıtay da bu kavramı dar yorumladığı için, hastanın tüketici sıfatına sahip olup olmadığı günümüzde olduğu kadar hiç tartışılmamıştır. Yeni TKHK’da, yasa koyucu iradesini daha açık ifade etmiştir. Diğer bir ifadeyle, kanun koyucu net olmak amacıyla, mülga Tüketici Kanununda olmayan tüketici işlemi tanımı yapmıştır. Aslında hizmet kavramında anlaşılması gereken sözleşmeleri örnek vermek suretiyle saymıştır. Ancak bundan, Kanun’da sayılan her sözleşmenin tüketici işlemi olduğu sonucuna varılamaz. Bunun için Kanun ayrıca üç şartın yerine getirilmesini aramaktadır: (1) Taraflardan biri tüketici olacak; (2) karşı taraf da TKHK’un tanımladığı anlamda bir sağlayıcı, satıcı veya kredi veren kişilerden biri olacak; (3) işlem, bir tüketici işlemi olacak.
Peki Kanun’a göre tüketici kimdir? Tüketici, mesleki ve ticari olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişilerdir. Bu genel tanımlardan sonra, acaba hastayı tüketici sayabilir miyiz? Kanundaki tanımı değerlendirdiğimizde, hastanın tüketici olarak nitelendirilmesi mümkündür. Serbest çalışan hekim ve hasta arasında sözleşme ilişkisi varsa, hasta tüketici sayılacaktır. Çünkü hasta kural olarak, mesleki ve ticari amaçla hekime gitmez. Bu şart bakımından, hasta tüketicidir. Hekim, Kanun anlamında hizmet sağlayıcısı mıdır? Kanun’un tanımına göre, sağlayıcı, “kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye hizmet sunan ya da hizmet sunanın adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi”dir [TKHK, m. 3 (i)]. Bu tanıma göre, serbest çalışan hekim, hem ticari hem mesleki amaçla hareket etmektedir; yani hekim Kanun anlamında hizmet sağlayıcıdır. Demek ki, hekim ve hasta arasındaki ilişkinin bir tüketici işlemi olduğu söylenebilir; yeter ki aralarındaki ilişki bir vekalet sözleşmesine dayansın.
Ancak TKHK‘da özel olarak düzenlenmiş olan sözleşmeler (tüketici kredileri, mesafeli sözleşmeler gibi) arasında (hekim ve hasta arasındaki) vekalet sözleşmesi düzenlenmemiştir. Bu sorunu, TKHK’nun 83. maddesi çözümlemeye çalışmaktadır: “(1) Bu Kanunda hüküm bulunmayan hâllerde genel hükümler uygulanır. (2) Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olması, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu Kanunun görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemez”. Kanun’un bu iki fıkrası birlikte değerlendirildiğinde; TKHK’na göre tüketici işlemi olarak nitelendirdiğimiz hekim ve hasta ilişkisine, TKHK’da özel olarak düzenlenmediği için Borçlar Kanunundaki hükümlerin uygulanması gerekecektir. Ancak BK’daki hükümlerin uygulanacak olması, taraflar arasındaki ilişkinin tüketici işlemi sayılmasını engellemeyecektir.
Diğer taraftan, hasta ve hekim arasındaki uyuşmazlıkların genel mahkemelerde mi yoksa tüketici mahkemelerinde mi görüleceği meselesine ilişkin birbirleri ile çelişik Yargıtay kararları mevcuttur. Şöyle ki, Yargıtay’a göre, mahkemeye intikal eden malpraktis davalarının, 12 Şubat 2014 tarihli Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin E.2014/4142, K. 2014⁄3700 sayılı Kararına ve 6 Mart 2014 tarihli Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, E. 2014⁄2013, K. 2014⁄6176 sayılı kararına göre 4077 sayılı TKHK’nun kapsamında değerlendirilemeyeceğine, bu davalarda Tüketici Mahkemelerinin değil, genel mahkemelerinin görevli olduğuna karar verilmiş olsa da; yine aynı Hukuk Dairesinin 17 Şubat 2014 tarihli ve E. 2014⁄30305 ve K:2014/35473 sayılı kararında hasta ile özel hastaneler arasındaki tedavi hizmetinin vekalet ilişkisi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği; vekalet sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıkların yeni TKHK’nun 3/L maddesi gereği Tüketici Kanununun uygulanması gerektiği gibi uyuşmazlıkların da Tüketici mahkemesinde görülmesi zorunlu olduğuna hükmedilmiştir.
Son söz; hasta ve hekim arasında sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlıkları Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un kapsamına alınmasının temelinde yatan düşünce, akdin zayıf tarafı olduğu düşünülen hastaya hukuken daha fazla koruma sağlamaktır, denilemez mi?