İspanya’nın Castile-León özerk-otonom bölgesine, Burgos’a düşürüyoruz bu kez yolumuzu; İspanya İç Savaşı’nda Diktatör Franco’nun ana üssü ve bugüne kadar da hep sağcı iktidarların kalesi olmuş; içine kapanık muhafazakar İspanya’nın orta–kuzeyindeki kente; Camino de Santiago – Santiago yolu diye bilinen ve Santiago de Compostela’da son bulan haç yolu üzerindeki yerleşkeye…
Halkından hiç beklemediğim bir çıkış ile iktidarın yeni yapılanma projelerine “Hayır” dediler ve eylem yaptılar, tam da Gezi’ye denk düşen zamanlarda Burgos’lular. İktidar; projelerini geri çekmek zorunda kaldı. Belki bugün Burgos’u yazmamın bir nedeni de bu başarılarını hatırlamamdır. Neyse, geldik, gezelim…
800’lü yılların sonlarında Arlanzon ırmağına bakan tepede Castilla Kontu Diego Rodrfguez tarafından yaptırılmış Asturya Krallığının ileri doğu karakolu olarak bir kalede başlıyor şehrin tarihi. Mağribi saldırılarına karşı yapılan bu kale bir dönem işgale uğrasa da 951’den itibaren şehri Kastilya Krallığının merkezi olarak görüyoruz. 1037’de Castilla ile Leön Krallıkları birleşiyor ve şehir bu dönemde tarımın ve ticaretin merkezi oluyor; ta ki 1492’de Krallık merkezini Valladolid’e nakledene kadar. 1808’de Fransız 1813’te de İngiliz ordularının ele geçirdikleri kent 1936–1939 yılları arasındaki iç savaşta faşist Franko’nun merkezi olarak savaşta önemli bir konuma geldi.Ve yine 1 Nisan’da Franko bu şehirde, La Isla Sarayı’nda imzaladı ateşkes anlaşmasını.
Tarihine kısaca bir göz attıktan sonra şehre bir bakalım şimdi de. Muhafazakar ve dindar yapı şehrin dokusuna işlemiş küçük bir yerleşke burası aslında. Savaşlarda çok direnmeden şehri hep teslim ettiklerinden olacak, tarihin aktarımını da iyi yapıyor bugüne. Bu nedenle biraz da zamanda yolculuk gibi olacak bu gezi. Şehre önce tepeden şöyle bir bakmak istiyorsanız geziye kale ve kale duvarlarından başlamanızı öneririm. Dik merdivenler, uzun bir yürüyüş, enteresan yeraltı tünelleri ve muhteşem bir şehir manzarası var burada sizi bekleyen. Fransız işgali sırasında biraz hasar görmüş ama ihtişamı etkilemiyor.
Yol üzerinde Museo Histórico Militar de Burgos-Askeri müzeyi gezmek isteyebilirsiniz. 19. yüzyıldan askeri kıyafetler var. Benim ilgi alanımda değildi doğrusu.
Burgos eski şehre; Ortaçağ’da Burgos’a erişimi sağlayan 12 kapıdan biri; Santa María kapısından girebilirsiniz. Nehrin hemen yanındaki bu görkemli kapı kale formunda yapılmış. 14. yüzyıl şehir duvarlarının bir parçası. 16. yüzyılda eklenmiş. Beyaz kireç taşından tonozlu kemerler, küçük kuleler, heykeller, freskler ve dar bir merdivenden müzeye erişimiyle enteresan bir kapı. Plaza Mayor ve tabii Katedrale açılıyor.
Ancak Katedrale gitmezden önce güzel bir yürüyüş yapmak isterseniz, Paseo del Espolon hemen yanıbaşınızda. Pitoresk, rahatlatıcı…
Gezerken; farklı kültürlerin egemeniliğinde kalmış olsa da şehrin oluşumunda Gotik üslubun etkin olduğunu hemen farketmişsinizdir. Ve tabii ilk dikkat çeken Gotik yapı da; 1984 yılında UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’ne de eklenmiş olan Katedral.
Kastilya Kralı olan III. Ferdinand ve Piskopos Maurcio’nun emriyle Bakire Meryem’e atfen başlanan Katedralin yapımı 13. yüzyılda (1221) başlayıp 16. yüzyılda biten ve onarımlarla da bugüne gelen uzun soluklu bir serüven. Her işgal dönemi ve dönemin piskoposu, sanatçılarının etki ve eklentileri ile farklı tarzlar, esintiler hissedilse de bir bütün olarak bakıldığında Gotik. 1440’da sekiz köşeli kuleleri sonrasında; güneyde Sarmental, kuzeyde Coronerı heykellerle süslü taç kapılar, Kral heykelleri ile süslü manastır, mezar-şapeller ve müzesi ile bence bir şaheser. Gücü hissettirmek, korku dürtüsünü tetiklemek için dini binaların görkemli yapıldığını düşünürüm hep, ama bazıları öyle estetik geliyor ki, işte bu da onlardan. Ama sakın Simon van Keulen’in yaptığı Condestable Şapelini görmeden geçmeyin. Bence eski ve en önemlilerinden.
Iglesias de San Gil y San Nicolas, yani kısaca St Nicolas kilisesi de hemen katedralin arkasında, yükseltilmiş zeminde özellikle taş oymaları ile tabloyu tamamlayan küçük bir kilise.
Buradan çıkınca hemen yakındaki Museo Arqueologico y Paleontologico de Salas de los Infantes – Arkeoloji ve Paleontoloji Müzesine göz atabilirsiniz, daha önce uğramadıysanız. Çok küçük görünmesine karşın, oldukça zengin. Unutmadan; Casa del Cordón-Kordon Evi’ne de mutlaka bir göz atın. Eski bir kraliyet sarayı…
Şimdi sıra Aster’de. Birbirinden bağımsız çalıştırılan Aster La Rioja Alta ait 4 şarap imalathanesinden biri. Mola vermek, imalat sürecinde bir tur atmak, tatmak, içmek ve müthiş bir yemek için bence şahane bir fikir. Ama önceden rezervasyon yaptırırsanız güzel bir masanız olur, benden söylemesi.
Şehirde dolaşmaya devam ederseniz birçok heykel de göreceksiniz. Ancak en meşhuru tabii ki Rodrigo Díaz de Vivar. Yani namı diğer El Cid. Paralı komutan. Farklı dönemlerde farklı hükümdarlar adına savaşan, yargıç olarak da çalışmış, sürgüne de gönderilmiş donanımlı efsanevi kahraman.
Biz dini komplekslerimize geri dönersek.. Çok etkileyici ve iyi organize edilmiş Cartuja de Miraflores manastırı biraz uzakta. 3 ‑5 km kadar. Katedralden sonra en etkileyici yer bence şehrin içindeki. Sanat ve tarihin iç içe geçtiği şapelleri, sunak duvarları, naif süslemeleri ve heykellerle donatılmış kraliyet mezarı, duvar süsleri, sergi salonu görülmeye değer. Ve sanki biraz da mistik. Rahip ve rahibeleri göremedik gerçi.
Bu güzel şehirden biraz uzaklaşırsak çok ilginç, sade güzel ya da tüm bu sıfatları kapsayan birçok yer var daha görülecek. Örneğin, Orbaneja del Castillo manastırı hemen yakındaki bir köyde. Mağralar, şelaleler, geleneksel çoban kulübeleri ve yerel şaraplarla özel tapasları iyi ki gelmişiz dedirtecektir size. Monasterio de las Huelgas Manastırını ise ancak bir tur ile gezebilir ve fotograf çekemezsiniz. Antik mezarları ve hala aktif hayatı ile değişik bir deneyim. Yalnız ben İspanyolca bilmiyorum ve rehberli turların hepsi İspanyolca idi. Umarım birkaç dil daha eklemişlerdir artık. Bu bilgi belki gerekebilir tercihiniz için.
Ve yine biraz uzakta olan Yacimientos de la Sierra de Atapuerca; yani insanoğlunun geçmişinin gizemli arkeolojik alanı. Burada Home Antecessor olarak nitelendirilen yeni tür 500 bin yıl önceye tarihlenmişti ve bu türün modern insanın ve Neanderthal’lerin olası atası olduğuna inanılıyordu.
Şimdi ise 1.3 milyon yıl eskiye ait taş araçlar ve hayvan kemiklerinin bulunduğundan bahsediyorlar. Burayı ziyaret etmek istiyorsanız zamanlamayı iyi ayarlayın, tur saatlerini de önceden öğrenin bence.
Açık bir arkeolojik müze burası. İyi bir rehberiniz varsa buradaki turunuz kesinlikle daha doyurucu olacaktır. Burgos’taki Centre of Human Evolution, “İnsan evrimi merkezi” diye çevireyim hadi, oradan tur alabilirsiniz. City information da yönlendiriyor eğer isterseniz. Şehirden çok farklı yerlerden başlıyor turlar. Aman aldığınız tur ile sizi alacakları durağı karıştırmayın.
Canınızı sıkacak birkaç şey olacak (Merkez bina vs.) ama arkeoloji ilgi alanınızda ise mutlaka gitmelisiniz buraya. Göbeklitepe kadar önemli ama ondan daha fazla kazı yapılmış bir alan.
Hemen bir not daha. İsterseniz Biletinizi Museo de la Evolucion Humana’yı da kapsayacak şekilde alabilirsiniz.
Şehri ve civarı gezerken kenarlara köşelere iyi bakmak gerek. Çok hareketli, zıtlıkların uymunda sakin, enteresan bir yer burası.. Keyfini çıkarın..
Hepimizin yolu açık olsun.